10 Aralık 2009 Perşembe

YARATICI YAZARLIK ATÖLYESİ


Edebiyatçılar Derneği, kış dönemi Yaratıcı Yazarlık Atölyesi açılıyor. Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, öykü, şiir, deneme, eleştiri gibi yazınsal türler üzerine kuramsal çalışmaları ve uygulamaları içeriyor.

Cemil Kavukçu, Aynur Tunaboylu, Tekgül Arı, Çiğdem Ülker, Adnan Gerger, Hasan Uysal, Metin Turan, Süreyya Karacabey, Alper Akçam, Meltem Arıkan, Ayça Bilgin, Tuncer Uçarol, Remzi Özmen, A. Galip’ten oluşan kurul tarafından yürütülecek olan atölye çalışmaları, 12 Aralık 2009 Cumartesi günü başlatılacak.

Edebiyatçılar Derneği, edebiyata yürekten inanan herkesi; okuma ve yazma eylemini yaşam biçimi olarak benimseyen birey olmaya çağırıyor.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, yazma çabasının başlangıcında ya da herhangi bir düzeyinde bulunan tüm katılımcılar için geliştirilmiş bir programdır.

Söz konusu atölyeye katılmak için statü, kariyer, derece sahibi olmak gibi önkoşullar yoktur. Okumaya ve yazmaya ilgi duymak yeterlidir.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, hiçbir sınıf, meslek, yaş ayrımı yapmaksızın, edebiyat uğraşıyla ilgilenen herkesin, entelektüel kapasite ve yeteneklerini geliştirmeyi hedefliyor.

Yıllardır yazıyor ya da ilk metnini deniyor olsa da, yaratıcı yazma konusuna gerçekten ilgi duyanlara, düzenlediğimiz atölyeler, gereksinim duyduğu katkıyı mutlaka sağlayacaktır.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne katılmak isteyenler, kayıt için, Edebiyatçılar Derneği’nin, aşağıdaki iletişim adreslerine başvurabilirler.

Cep: 0506 583 58 75 – 0532 301 25 77
(Cep arama saati: 09.00-18.00 arası…)

e-posta:
edebiyat@edebiyatcilardernegi.org.tr
gokhancengizhan@yahoo.com
tekgul.ari@gmail.com


YARATICI YAZARLIK ATÖLYESİ

YARATICI YAZARLIĞA GİRİŞ
YAZINSAL TÜRLER
KURAMSAL ÇALIŞMALAR VE UYGULAMALAR

ATÖLYE YÜRÜTME KURULU:
Cemil Kavukçu, Aynur Tunaboylu, Tekgül Arı, Çiğdem Ülker, Adnan Gerger, Hasan Uysal, Metin Turan, Süreyya Karacabey, Alper Akçam, Meltem Arıkan, Ayça Bilgin, Tuncer Uçarol, Remzi Özmen, A. Galip…

İçinizdeki Sansürden Kurtulun !..

Kendi Kendinizin Eleştirmeni Olmayın!..


• Yaratıcı yazarlık atölyesi, katılımcıların eleştirel bakış açılarını, estetik beğenilerini, bireysel üretimlerini güçlendirmeye yönelik kuramsal ve uygulamasal çalışmaları içeriyor.

• Konuk yazarların ve katılımcıların birlikte çalışacağı atölye ortamında, kuramsal çalışmaların yanı sıra, katılımcıların egzersiz olarak yazacakları metinler de ele alınacak.

• Yazılan örneklerdeki anlatım ve dil özellikleri tartışılacak.

• Katılımcılar, ikinci aydan itibaren, her hafta yeni bir metin hazırlayacak, atölye içinde daha önceki üretimlerini aşmaya çalışacaklar.

• Yaratıcı yazarlık atölyesinde, potansiyel yazarlarla profesyonel edebiyatçılar bir araya geliyor, katılımcılara konuk yazarlarla birebir çalışma olanakları sunuluyor.

• Katılımcıların ürünlerinin okunup tartışıldığı ortamlar yaratılıyor.

• Dönem boyunca, atölyelere katılacak yazarlar, kendi deneyim zenginliklerini, yazarlık coşkularını paylaşmaktan mutluluk duyan, katılımcıların yeteneklerini geliştirmek isteyen, ülkemizin usta edebiyatçılarıdır.

• Yazma sektörünün içinde yer alan yazar, editör, çevirmen, akademisyen vb profesyoneller, kendi meslekleri konusunda ayrıntılı, aydınlatıcı bilgiler verecek, katılımcılar merak ettikleri sorulara yanıt bulabilecekler.

KAYIT İÇİN BİLGİLER:
Atölye çalışmaları, 2 ay (12 Aralık 2009 – 13 Şubat 2010) sürecek; hafta sonu 2 saat (Cumartesi, 14.00-16.00) hafta içi 2 saat (Çarşamba, 18.30-20.30) olmak üzere; toplam 36 saat yapılacaktır.


Katılım ücreti: 160 TL
İki taksitle ödeme yapılabilir: 80 x 2: 160 tl

ATÖLYE ADRESİ
Edebiyatçılar Derneği: Sakarya Caddesi, No: 32 / 15 Yenişehir - Ankara

PROGRAM
12 Aralık 2009 – 13 Şubat 2010

12.Aralık Cumartesi / Tanışma Toplantısı
16 Aralık Çarşamba / Aynur Tunaboylu
19 Aralık Cumartesi / Alper Akçam
23 Aralık Çarşamba / Tuncer Uçarol
26 Aralık Cumartesi / Süreyya Karacabey
30 Aralık Çarşamba / Hasan Uysal
02 Ocak Cumartesi / Tekgül Arı
06 Ocak Çarşamba / A.Galip
09 Ocak Cumartesi / Cemil Kavukçu
13 Ocak Çarşamba / Metin Turan
16 Ocak Cumartesi / Çiğdem Ülker
20 Ocak Çarşamba / Adnan Gerger
23 Ocak Cumartesi / Adnan Gerger
27 Ocak Çarşamba / Aynur Tunaboylu İ
30 Ocak Cumartesi / Süreyya Karacabey
03 Şubat Çarşamba / Remzi Özmen
06 Şubat Cumartesi / Tekgül Arı
10 Şubat Çarşamba / Ayça Bilgin
13 Şubat Cumartesi / Meltem Arıkan
Değerlendirme Toplantısı


Cumartesi Günleri: 14: 00 – 16: 00

Çarşamba Günleri: 18: 30 – 20: 30


Not: 09 Ocak 2010’dan itibaren, Cumartesi günleri saat 13:00’da,1 saatlik ön atölye çalışması yapılacaktır.

13 Mart 2009 Cuma

GÖKHAN CENGİZHAN YENİDEN GENEL BAŞKAN


Derneğimizin 15. Olağan Genel Kurulu, 22 - Şubat - 2009 Pazar günü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Prof. Dr. Cemil Bilsel BüyükKonferans Salonu, Cebeci - Ankara adresinde yapıldı.

İki listenin seçime girdiği 15. Olağan Genel Kurulumuzda, Gökhan Cengizhan başkanlığındaki liste 102 üyenin oyunu, A. Kadir Paksoy başkanlığındaki liste 33 üyenin oyunu aldı.

Yeni yönetim organlarımız aşağıdaki gibi oluşturuldu.

YÜRÜTME KURULU
Gökhan Cengizhan (Genel Başkan)
Aysu Erden (Genel Başkan Yardımcısı)
Remzi Özmen (Genel Sekreter)
Ahmet Antmen (Genel Sekreter Yardımcısı)
A. Galip (Genel Sekreter Yardımcısı)
Ayça Nilüfer Bilgin (Genel Sekreter Yardımcısı)
Tekgül Arı (Genel Sayman)

GENEL YÖNETİM KURULU (Asil)
METİN TURAN, ŞABAN AKBABA (Bursa), ÖZGEN SEÇKİN, KEMAL İNAL, KORAY BARIŞ İNCİTMEZ, SELMA AĞABEYOĞLU, HASAN ÖZKILIÇ (İzmir), ALİ RIZA KARS, HASİBE AYTEN, AYDIN FINDIKOĞLU (Eskişehir ), MEHMET HAMEŞ (Mersin), ŞEBNEM SEMA TUNCEL (Adana), HALİL İBRAHİM ÖZCAN (İstanbul), FULYA BAYRAKTAR, CELAL İNAL, ÖMER EDİZ YORAZ.

GENEL YÖNETİM KURULU (Yedek)
ZEYNEP KURADA, MİNE HOŞCAN BİLGE, MURAT ÜMİT TELÖR, CENNET AYHAN, MEHMET SARSMAZ.

DENETLEME KURULU (Asil)
NEŞE ERSOY, FATİH KURA, ERTUĞRUL TÜRKOĞLU.

DENETLEME KURULU (Yedek)
S. ZEKİ TOMBAK, MAHMUT TURGUT, TURHAN FEYİZOĞLU.

ONUR KURULU (Asil)
MUSTAFA ŞERİF ONARAN, ÇETİN ÖNER, SURURİ BAYKAL.

ONUR KURULU (Yedek)
GÜLAY ARIKAN, GÜLTEKİN EREN, YAHYA TÜRKELİ.

8 Mart 2009 Pazar

GENEL BAŞKANIMIZ GÖKHAN CENGİZHAN'IN 15. GENEL KURULUMUZU AÇIŞ KONUŞMASI


Değerli üyelerimiz,
Edebiyatçılar Derneği’nin 15. Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz.
Herkesi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Genel Sekreterimiz çalışma raporu’nu, Genel Saymanımız bilanço’yu, ayrıntılı bir biçimde sizlere sunacaklar.

Ben, bu konuşmamda, Edebiyatçılar Derneği’nin nasıl ve ne tür bir yazar örgütü olması gerektiği konusundaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü, sizlerden de kabul göreceğine inandığım bu düşüncelerin, örgütümüzün geleceği açısından ufuk ve yol açıcı olacağına inanıyorum.

Günümüz siyasal ortamının, edebiyat insanlarını da harekete geçmeye, aktif tutum almaya, müdahaleye ve benzeri operasyonel pratiklere zorladığı savı doğruysa da, alınacak bu operasyonel tavırlardan öte, tartışmamız gereken daha zorunlu sorunlarımız olduğu kanısındayım. Edebiyat ve siyaset ilişkisini kabasından tartışmak gibi!..

Öncelikle, edebiyatçıların kamusal olana, siyasal olana müdahalesinden ne anlamalıyız? Benim anladığım, edebiyatın “kendisi”nin başlı başına bir müdahale olduğudur; dolayısıyla, edebiyatçı da, olup biten her şeye müdahil biridir. Daha kestirmesi, kamusal olana, siyasal olana, “nasıl müdahale etmeli?” sorusu, edebiyatın kendi sorusu değildir, çünkü edebiyatın kendisi “nasıl”a geçerli bir yanıt olmalıdır. “Ne yapmalı?” gibi bir soruyu, her edebiyatçı, kendi yazdığı zeminde gene kendince yanıtlar. Daha başka “nasıl”ın yolu yöntemi, edebiyatın asli zemininin dışında bir arayışı açığa çıkartır.

Özeti, edebiyatçıların kamusal olana müdahalesi, edebiyatın kendi “olanak”larıyla, dün de, bugün de gündemde olan, hiç eskimeyen bir üretim düzeyidir; edebiyat, kendi mecrasında, kamusal olana, siyasal olana müdahaleyi sürdürüyor. Her şiir, her öykü, her roman, doğrudan bir müdahale değil midir? Edebiyatın, tek müdahale biçimi vardır, o da dilidir.

Daha önce, defalarca yaptığım bir saptamayı yinelemekte sakınca görmüyorum: Çoğu kez, edebiyatçının somut yaşantısıyla estetik yaşantısı birbirine karıştırılıyor. Bu iki tür “yaşantı” arasındaki çelişkilere bir açıklık getirilmek isteniyor. Edebiyatçıdan, somut ve estetik yaşantısıyla bir örnek olma zorundalığı bekleniyor. İlkin şu basit soruyu sormalıyız, kendimize: Edebiyatçı, somut bir özne’dir, diyebilir miyiz? Edebiyatçı, bir memur, bir işçi, bir öğretmen, bir mühendis, hatta bir siyasal parti üyesi olabilir! Böyle bir öznenin edebiyatçı olarak faaliyeti soyut bir nitelik taşır; bu yüzden de edebiyatçı, estetik üretimi nedeniyle soyutlanabilen “kategorik” bir özne’dir. Edebiyatçı özne, “memur”, “işçi”, “öğretmen”, “mühendis”, hatta “siyasal parti üyesi” kimliğiyle kamusal alanın içindedir; “yazar” kimliğiyle de, kamusal alanın dışındadır. Edebiyatçıyı, kendini bilerek dışlaştırdığı kamusal alana, üstelik gündelik siyaset üretmek adına yeniden çağırmak, ne kertede doğrudur?

Yukarıda saydığım mesleki kimliklerimizle, kamusal olana müdahale etmekle yükümlüyüz, birer yurttaş olarak!. Bu müdahaleyi, somut yaşantı alanımızda yapamıyorsak, estetik yaşantı alanımızda nasıl yapacağız? Parti’lerde, Sendika’larda, Oda’larda siyaset üretmiyorsak, her anlamda örgütten ve örgütlenmeden kaçıyorsak, elbette bu bir eksikliktir ve bu eksikliği bir edebiyat örgütü kapatamaz!

Edebiyatın, kamusal alanda “manevra” yeteneği olabilir mi? Lütfen, iyi düşünelim… Siyasal gündemin gerçek aktörlerince üretilen “manevra” biçimlerine bir göz attığımızda, şunlar belirtilebilir: Siyaseten “doğru”yu temsil ettiğini savlayan taraf, diğer tarafın “yanlış”ı temsil ettiğini savlar. Bu yolla, “doğru”nun “yanlış”la mücadelesi üzerine sayısız tez ve argüman çoğaltılabilir. Edebiyatın görevi, bu tez ve argümanlardan birine “taraf” olmak değildir. Bizler, edebiyatın görevinin, kamuya doğru ve ya yanlış olarak duyurulan şeyleri sorgulamak olduğuna inanırız. Edebiyat yoluyla gerçeği aramak, ama bunu yaparken, siyasal pratiğin tersine, gerçeği mutlak bir biçimde bulduğumuzu hiçbir koşulda öne sürmemek... Günümüzde, iki laf arasında aktarılan edebi tavır ve duruş bu olmalıdır. Edebi dilimizle, hiçbir hazır “yanıt”ın bulunmadığını, daha açığı, “yanıt”ların “soru”lardan daha kolay bulunabileceğini, ama “yanıt”ların “soru”lardan daha güvenilir ve emin olmadıklarını söyleyebiliriz. Ve bunu, ancak bizler, edebiyatçılar, üstümüze vazife görebiliriz!

Eğer siyaset, dünyaya ve hayata dair bir “yanıt”sa, edebiyat da bir “soru”dur. Bizleri, edebiyat üretmeye sevk eden biricik güç, belki de içten içe kuvvet, edebiyatın, herhangi bir “saf”ta yer almayı olanaksız kılan benzersizliğidir. Daha yerinde bir ifadeyle, o benzersiz dilidir.

Bütün dillerin hızla aşındırıldığı bir çağda, ancak edebiyatın özgün diline sığınabiliriz. Edebiyat, olup biten her şey hakkında, olabilecek her biçimde söz alan tüm sesleri duyabileceğimiz tek “metin”dir.

Ülke sorunları üzerine tavır koyan çok sayıda siyasal örgüt, yapı ve kadro buluyor; edebiyat, bu tür örgüt, yapı ve kadroların, doğrudan içinde yaşadığımız dünyayı ve hayatı etkileyen eylemlerinin, dahası dillerinin eleştirisiyle yükümlüdür. Edebiyat, her zeminde kullandığımız anonim dilin, adına edebiyat denilen bir “üst dil”le eleştirisidir. Öncelikle, bu asgari müşterekte birleşmeye ne dersiniz?

Hal böyleyken, edebiyatçıdan, bildik anlamda siyasal değil, tam tersine, bilinen anlamıyla siyasete müdahale edebilecek ahlaki bir yaklaşım beklenmelidir. Ülke sorunlarının ağırlığı ne düzeyde olursa olsun, “tek tip” bir siyasal tercihi, yazar örgütleri bünyesinde egemen kılmayı öngören yaklaşımlarla, bu genel kurulda hiç muhatap olmamayı tercih ederdim. Ancak, böylesi bir tercihe, tüm zamanları kapsayan geçerli bir yanıtın verilebileceğine inanıyorum: Edebiyat, politika adına vesayet kullanamaz. Kullanmamalıdır!

Eğer edebiyat, gündelik siyasetin araç ve gereçleriyle, söz ve tavır alacaksa, kendi kendini “tasfiye” ediyor demektir. Edebiyatçılar Derneği için, bu makus talihi mi arzu ediyor ve bekliyoruz? Söylemek bile fazla, siyasal tavırlar, yazar örgütleri bünyesinde çıplak bir biçimde alınamaz, ki çok açık bir gerekçeyle; siyasal tavır almanın düz biçimleri, edebiyatın özgül doğasına ve karakterine aykırıdır!.. Ek olarak, herhangi bir yazar örgütünün, siyasal gündeme etkisi, kendisi siyaset üreterek değil, günübirlik üretilen siyasetin eleştirisi üzerinden olabilir. Özetle, edebiyatçının toplumsal dinamikler tarafından beklenen tavrı, aslında, “kendisi için” siyasal olan edebi tavrıdır.

Edebiyatçılar Derneği yöneticileri ve üyeleri olarak, bütün bu sorunlarımızı, “samimi” bir yolla ve “art niyetsiz” olarak tartışabileceğimize inanmak istiyorum. Ancak, bu tartışmanın, yukarda belirttiğim can alıcı sorunları öteleyerek, dahası salt siyasal tavrı önceleyerek yapılmasının bize hiçbir yarar sağlamayacağına inanıyorum. Edebiyatçıların, kamusal olana müdahalesinin siyaseten yararlı biçimleri üzerinden bir gündem oluşturulacaksa, genel kurul süreçlerinde üyelere bu gündem dayatılacaksa, böylesi bir tartışmanın, çok kısa bir zamanda, emek ve zaman kaybıyla sonuçlanacağını peşinen söyleyebilirim. Tek bir nedenle; gündem belirleme koşullarında, siyasal tercihlerden vazgeçilemediği, tam tersine, bu siyasal tercihler giderek baskın bir hal alabildiği için..

Kendi payıma, sayısız bağımsız inisiyatif oluşturma ve ne yazık ki sonuçlandıramama deneyimi yaşadım. Böylesi inisiyatiflerde, şapkadan kolayca tavşan çıkmayacağını bilenlerdenim. Sonuçta, büyük umutlarla kurulan bir inisiyatifin bileşenlerinin, salt dayatılan siyasal tercihler nedeniyle, kalanlar ve gidenler olarak bölündüğüne, gitgide küçüldüğüne tanık olduğumu söyleyebilirim.

Ülkemizin siyasal atmosferi, deyim yerindeyse boz bulanık.. Bütün değerlerimizin altüst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şiddet olgusu, günümüzde, tüm sanal imgeleriyle, bilgisayarlarımıza, dolayısıyla odalarımıza kadar girdi. Şiddetin, daha doğrusu kaba güç kullanımının, eğlenceye ve tüketime dönüştüğü bir toplumda yaşıyoruz; şiddet, sürekli bir anomi olarak üretiliyor. Popüler kültürde çok yaygın imgelere sahip olan şiddet olgusu, her türlü yazılı/görsel metinde, birer eğlence ve tüketim aracı olarak kullanılabiliyor. Bu yüzden şiddet artık başıboştur ve belki bir sonraki kurbanın kim olacağının fazlaca bir önemi kalmamıştır.

Şiddet olgusu, siyasal çıkar doğrultusunda, “haklı” ve “haksız” şiddet diye, ikiye de ayrılabiliyor. Tarihte örneği çoktur, bu durumun.. Ülkemizin yakın tarihinden örnek vermek de mümkün.. Böyle bir durumda, kimin kime şiddet uyguladığı temelinde, öldürme eylemi de olumlanabiliyor. Edebiyat ahlakı açısından, şiddet kurbanının, “doğru” safı mı, “yanlış” safı mı temsil ettiğini, kurbanın kimliği üzerinden tartışmanın, hiçbir anlamı olamaz. Neye bağlanırsa bağlansın, her türlü şiddet, her durumda haksızdır; her türlü güç kullanmak, her durumda yanlıştır. Değilse, saldırganlığı, yıkıcılığı, kaba kuvveti yasallaştırmanın sonsuz olanaklarına müdahale edilemez. Bir insanın, acımasızca ve alçakça öldürülüşü de, bu sayede normalleşebilir. Şiddeti uygulayanlar, niyetlerini ve hedeflerini, kendi politikaları doğrultusunda, diledikleri gibi “mistifiye” edebilirler. Oysa edebiyat, kökeni, rengi, ırkı, dili, dini ve cinsiyeti ne olursa olsun, insan’dan, onun yaşama hakkından yana tavır almalıdır. Has edebiyatın ve has edebiyatçının tavrı, bu olmalıdır.

İşte bu sürece yazılı kültürün müdahalesi “nasıl” olmalı? Şiddetin toplumsal dili, edebiyatın karşı diliyle ”nasıl” kırılmalı? Nasılları artırmak olası.. Ve bütün bunları, hiçbir görünür “saf”ta yer almadan, hiçbir hazır “yanıt”a eklemlenmeden, edebiyatın kendi özgül zemininde kalarak, kendi özgül diliyle tartışabilmeliyiz. Ortalık yerdeki bu kamusal görünüme estetik müdahaleye, öncelikle, kendimizle yüzleşmekle, daha yerinde bir ifadeyle de, kendimize ayna tutmakla başlamalıyız.

Bu çerçevede, “ne yapmalı?” da, “nasıl bir edebiyat yapmalı?”ya dönüştürülebilir, rahatlıkla... Olacaksa eğer, tartışmalı toplantılarımızın öncelikli gündem maddesi, bu olsun! Savaşın, şiddetin, cinayetin, lincin, zulmün olmadığı bir dünyaya duyduğumuz hasreti, tercüme değil, asli yazımızla dile getirelim; barış içinde bir arada yaşama kültürünü tehdit eden her türlü girişime, insan hayatı ve insan onuru adına karşı çıkmanın, etik olanaklarını çoğaltalım. Ne tür yazılar, siyasal gündeme olumlu anlamda etki edebilir, örneğin, ortalama insanımızın şiddet algısını olumlu anlamda dönüştürebilir, bütün bunları ürün düzeyinde düşünelim ve en önemlisi, ortak paydalarımızı belirleyelim.

Sevgili üyeler,
1100 üyelik bir birikime dayanan Edebiyatçılar Derneği’nde, çok geniş bir skalada, sol’un her çizgisinden –komünist’inden sosyal demokrat’ına, sosyalist’inden Kemalist’ine v. b.- onlarca üyemiz yer alıyor. Öncelikli sorun, tüm bu üyeleri, yukarda anlatmaya çalıştığım ortak bir paydada birleştirmek, daha alçakgönüllü yazarsak, bir arada tutmak... Ortak payda için aradığımız değerlerin, öncelikle insan hayatı ve insan onuru olduğunu, altını çizerek bir kez daha belirtiyorum. Bu değerlerin saldırı altında oluşu, yeterince ortak bir paydadır, kanısındayım.

Edebiyatçılar Derneği’nin, yaşanılan tarihe, yaşanılan topluma müdahale etmek anlamında bir işlevinin olduğu açık... Ancak müdahale, kültürel, sanatsal, edebi bir “zemin”den yapılmalı; hiçbir fark ve ayrım ortaya koymadan, siyasal yapıların bilinen anlayışlarıyla, alışıldık yöntemleriyle, tercihli diliyle kendini ilişkilendirmesi beklenmemeli, bir yazar örgütünden…

Örgütlü ve ya örgütsüz her edebiyatçı, kendini sorunun bir parçası olarak görmeli... Yoksa, örgüt yöneticilerinin üyeler adına sorumluluk almalarıyla, üyelerin bütününü kapsadığı varsayılan temsil yetenekleriyle, tüm bu sorunlar kısa vadede çözülmüyor, ne yazık ki…

Özgürlüklerimiz için bir örgüt ne kadar gerekli, ne denli sahip çıkıyoruz, ne ölçüde katkı sağlıyoruz? Yöneticilik hayatım, kısaca özetlemeye çalıştığım örgütlülük bilincini, dernek üyesi arkadaşlarla paylaşmak kaygısıyla geçip gidiyor. Halen, bir arpa boyu yol aldığımızı, açık yüreklilikle itiraf etmeliyim. Son dönemde, ilkin ve öncelikle, örgüt içi demokratik karar mekanizmalarına bir geçerlilik kazandırmak çabası içindeyiz. Külfetli ama gerekli bir çaba… Adına, her nasılsa “ortak” denilen kurumsal bir basın açıklaması yapmanın yolu yöntemi bile, tüm üyeleri konuyla ilgili bilgilendirmeyi gerektiriyor. Günümüzde, özellikle internet ortamında iletişim olanakları alabildiğine arttı, bu olanağı kullanmak açısından, ciddi bir çabamız var. Yaklaşık, 600 üyemizle, e-posta adresleri üzerinden günübirlik iletişim halindeyiz. Ancak, üyelerimizin büyük çoğunluğunun, sessiz ve saklı kalmayı yeğledikleri de açık… Sözgelimi, ivedilikle yapılması gereken basın duyurularının, işbilir yöneticiler eliyle kotarılmasının sakıncalarını üyelerimizin anlaması gerekir. Ortak paydayı, olabildiğince çok sayıda üyenin katılımıyla oluşturmanın, başkaca bir usul ve erkanı, şimdilik yok! Gerek temsil, gerek yetki, yöneticiler ve üyeler arasındaki örgüt içi demokratik karar mekanizmalarına, bir “işlerlik” kazandırmakla olanaklı…

Örgüt içerisinde, birer üye olarak, hangi siyasal anlayışa yakın olursak olalım, bu anlayışımızı, edebiyatçı kimliğimizin önüne almamak zorundayız. Ve örgüt bünyesinde, birer yönetici olarak, hangi siyasal anlayışa yakın olursak olalım, bütünleştirici, birleştirici, dayanışmacı bir yaklaşımı egemen kılmak durumundayız. Böylesi bir kabul, karşılıklı olarak kişilik haklarımıza saygı duymaya dayanır ve fazlasıyla gereklidir.

Sevgili arkadaşlar,
Bu konuşmayı, Edebiyatçılar Derneği genel başkanı kimliğimle yaptım. Yarın, bir örgütte “yönetici” hatta “üye” olmayabilirim, ama hep bir “edebiyatçı” olarak kalacağım.

15. Olağan Genel Kurul’umuza katılan bütün üyelerimize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.


Gökhan Cengizhan
Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı

GENEL SEKRETERİMİZ REMZİ ÖZMEN'İN, 15. GENEL KURUL'A SUNDUĞU ÇALIŞMA RAPORU

EDEBİYATÇILAR DERNEĞİ'NİN
4 ŞUBAT 2007 – 22 Şubat 2009 DÖNEMİ ÇALIŞMA RAPORU

4 Şubat 2007 tarihinde yapılan 14. Olağan Genel Kurul'da seçilen Genel Yönetim Kurulu ve kendi içinde oluşturduğu Yürütme Kurulu, Genel Kurul sonrası hemen çalışmalarına başlamış, geçmişin birikimlerinden yararlanarak çaba göstermiş, 2 yıl sonra yeniden üyelerimizin karşısına çıkmıştır.

İlk olarak, “yapana/çalışana iş çok” ilkesinden yola çıkarak Derneğin iç düzeninin daha da sağlamlaştırılmasına, Dernek merkezimizin daha da kullanışlı duruma getirilmesine ve temsilciliklerimizin çoğaltılmasına çaba gösterilmiştir.

İkinci olarak üyelerimizin Dernekle olan bağlarını güçlendirmek amaçlanmış, bu doğrultuda üyelerimizin e-posta adresleri derlenmeye çalışılmıştır. Elde edilen sonuçlar, Türkiye geneli ve üç büyük il başlığında gruplandırılmıştır.

Genel Yönetim Kurulumuzun desteğini her zaman yanında bulan Yürütme Kurulu üyelerimiz, işlerinden zaman çalarak, olanaklarını zorlayarak, çabalarını sürdürüp Derneğimizin ulaştığı konumdan geriye düşmemesi için çalışmışlardır.

Ancak, şu konuyu özellikle vurgulamak gerekir: Derneğimizin kamu kaynaklarından yararlanma olanağı, geçtiğimiz iki yıl için pek de olumlu olmamıştır.

Bu durumun da etkisiyle, üyelerimizin, sağduyusuna güvenilerek, “ödentiler” konusunda çalışma başlatılmış, “ödenti verilmez, alınır” ilkesinden yol çıkılmıştır. Çünkü, yıllık ödentimiz, aylık 5 TL, yıllık 60 TL’dir. Özellikle aylık ödenti tutarı düşünüldüğünde, bu unutulabilir bir rakamdır; ancak, yıllık ödenti ödenilemez bir tutar değildir; öteleme açısından bakıldığında 365 gün oldukça uzun bir süredir. Sonuç olarak, hiçbir uyarıya gerek bırakmaksızın ödentilerini düzenli olarak ödeyen üyelerimizin yanı sıra, bu rakamları bile ödeyemeyecek durumda olduğunu bildiren arkadaşlarımız da oldu, oluyor. Bu üyelerimiz dışında, özellikle –deyim yerindeyse- kurucu ya da eski diyeceğimiz üyelerimiz başta olmak üzere çok sayıda üyemizin, e-posta iletisi göndererek / telefon açarak / Derneğe gelerek / bir etkinlikte / yolda vb yerlerde karşılaşma sırasında “iyi ki anımsattınız” demeleri bir yana; bir çok üyemizin de bildirimlerimiz üzerine hemen ya da izleyen günde ya da söz verdikleri tarihte ödeme yapmaları karşısında, umudumuzu sürdürüyoruz. Üzülerek şunu da söylemeliyiz ki, hemen hiç ödeme yapmadığı halde, bildirimimiz üzerine, Dernek üyeliğinden ayrılanların yanı sıra, “Dernekten ayrılmayı ve bunu duyurmayı” adeta bir tehdit unsuru olarak kullanma yoluna giden –az sayıda da olsa- üyemiz olabileceğini de öğrendik.

Etkinliklere katılımcı saptarken, nasıl bir yol izlediğimizi açıklamakta da bir sakınca görmüyoruz. Bu noktada önceliği, Edebiyatçılar Derneği’ni biricik örgütü olarak gören, ödenti borcunu düzenli ödeyen, örgütünü savunan, durumu uygun olan üyelerimize vermeye çalıştık. Ancak, temsilciliklerimizin ya da üyelerimizin doğrudan yerel unsurlarla düzenledikleri etkinliklere katılım konusunda yalnızca yol gösterici, yönlendirici olduk; doğru ve demokratik gördüğümüz için onların inisiyatifine bıraktık. Diğer kurumlarla ve kuruluşlarla ortak düzenlediğimiz etkinliklerde de benzer bir yol izlendiği açıktır.

Şunu hiç unutmayalım; üyelerimiz arasında birbirinden ayrı mesleki geçmişe, siyasal duruşa, sanatsal anlayışa, güncel bakışa sahip arkadaşlarımız var. Bu doğaldır; çünkü bizi bir araya getiren ne bir meslek, ne bir siyasal görüş, ne bir sanatsal anlayış değildir. Bildiğiniz gibi, “Dernek” sözcüğü, “Derneşmek”ten gelir. Bir arada, derli toplu bulunmayı, dayanışmayı çağrıştırır. Özetle bizim örgütlenmemiz etik ağırlıklı bir örgütlenmedir. Bu açıdan bakıldığında doğru soru, Dernek bana ne sağlıyor değil; olsa olsa ben Derneğime, dolayısıyla onun çatısı altında bulunmakta bir sakınca görmediğim, benim gibi edebiyat kaygısı olan arkadaşlarımla neler yapabilirim, neler sağlayabilirim olacaktır. Çünkü ancak çoğaltarak paylaşabiliriz.

Yukarıda da değinildiği gibi, şimdiki Genel Merkezi’mize taşınmamızın amacı, üyelerimizin daha rahat gelip gidebileceği bir yer sağlama kaygısıydı. Genel Merkezimize uğrayan, bizi arayan, gördüğü zaman konuşan üyelerimize her konuda bilgi vermeye, açıklamada bulunmaya, yakınmalarını gidermeye, özetle doğru bilgilere sahip olmalarına yardımcı olmaya çalıştık. E-posta grupları oluşturmamızın nedeni de buydu.
Bu 15. Olağan Genel Kurul’umuzdur. Başta, Derneğimizin kurucu üyeleri ve ilk Genel Başkanı Sayın Ahmet Say olmak üzere, Derneğimize emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

Bir Dernek yaşamında ortaya çıkabilecek tüm olumsuzluklara karşın, 4 Şubat 2007 – 22 Şubat 2009 tarihlerini kapsayan, bu iki yıllık çalışma dönemi büyük bir yoğunlukla geçmiştir. Edebiyatçılar Derneği'nin bu iki yıllık sürede gerçekleştirdiği etkinlikler, kısa özetleriyle başlıklar halinde değerlendirmenize sunulmaktadır.

I- ANKARA’DAKİ ETKİNLİKLERİMİZ
1- 11. Uluslararası Ankara Öykü Günleri

11. Uluslararası Ankara Öykü Günleri, Derneğimiz ve Çankaya Belediyesi işbirliğiyle, 19 – 23 Mayıs 2007 tarihlerinde gerçekleştirildi.

Onur ödülünün değerli öykü yazarımız Osman Şahin’e verildiği, onur konuğu olarak Uluslararası PEN Uluslararası Sekreterliği ve Uluslararası PEN Başkan Yardımcılığı görevlerini sürdüren Joanne Leedom-Ackerman’ın ağırlandığı etkinliğe, yurtiçinden ve yurtdışından çok sayıda yazar katıldı.

Aramızdan ayrılan öykücü Erdal Öz’ün, “Yazar ve Yayıncı Olarak Erdal Öz” başlıklı panelin yanı sıra çeşitli etkinliklerle anıldığı Ankara Öykü Günleri’nde “Roman Yükselirken, Öykü Geriliyor mu?”, “Edebiyat Dergilerinde Öykü”, “Çocuk ve Gençlik Edebiyatında Öykü” başlıklı paneller de ilgiyle izlendi.

11’inci Uluslararası Ankara Öykü Günleri anısına, Dünya Öykü Günü’nün tarihçesini anlatan “Ankara Öykü Günlerinden Dünya Öykü Gününe / 5. Yılında Dünya Öykü Günü” başlıklı bir kitap da yayınladık.

2- Dünya Öykü Günü Kutlaması
14 Şubat Dünya Öykü Günü; 2007 yılında Derneğimiz ve Maden Mühendisleri Odası işbirliğiyle, 14 Şubat 2007 tarihinde Harb-İş Konferans Salonunda düzenlenen etkinlikle kutlandı. Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Aysu Erden’in açılış konuşması yaptığı, Genel Saymanımız Tekgül Arı’nın, 2007 Yılı Dünya Öykü Günü Bildirisini yazan Nezihe Meriç’i tanıtımıyla başlayan etkinlikte, Onursal Başkanımız Mustafa Şerif Onaran “İlhan Tarus Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı; Genel Yönetim Kurulu Üyemiz Çiğdem Ülker de “Yılın Öykü Değerlendirmesi” başlıklı bildirilerini sundular. Etkinliğe, öykü üzerine iletilerini sunmak üzere Ergun Evren, Seyhan Ecer, Kevser Ruhi, Hasibe Ayten, Tuncer Uçarol, Kemal Ateş, Alper Akçam, Metin Turan, Bilge Öngöre, Mine Hoşcan, Hasan Ali Toptaş, Nurhayat Bezgin, Remziye Arslan, Rezzan Katılmış, Mehmet Murat İldan ve Aslı Solakoğlu çağrılıydı.

2008 yılında, iki ayrı kutlama gerçekleştirildi. Mamak Cumhuriyet Lisesi’nde gerçekleştirilen ve bu Lise öğrencilerinin yanı sıra Yenimahalle 50. Yıl Yetiştirme Yurdundan ve Seyranbağları Yetiştirme Yurdundan katılımın sağlandığı etkinliğe Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Aysu Erden ve Genel Sekreter Yardımcımız Yaşar Bodur katıldı.

2008 yılındaki ikinci etkinlik ise Derneğimiz ve Öykü Teknesi Dergisi işbirliğiyle, Kanguru Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Aysu Erden’in açılış konuşmasıyla başlayan etkinliğe, öykü üzerine iletilerini sunmak üzere Alper Akçam, Hasibe Ayten, Fulya Bayraktar, Aydın Şimşek, Zeynep Sönmez, İlkay Noylan, Erhan Pınarbaşı ve Ü. Gülsüm Bülbül çağrılıydı.

3- Dünya Şiir Günü Kutlaması
Dünya Şiir Günü, tıpkı Dünya Öykü Günü’nde olduğu gibi iki ayrı etkinlikle kutlandı.

Etkinliklerden ilki, Ankara Mamak Anadolu Lisesinde, üyelerimizin yanı sıra öğretmenlerin ve öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirilirken, ikincisi Derneğimiz ve Nikbinlik Dergisi işbirliğiyle Nikbinlik Sanat Evi’nde gerçekleştirildi. Etkinliğe Genel Sekreterimiz Remzi Özmen, Genel Sekreter Yardımcımız Yücel Kayıran ve Ahmet Antmen katıldılar.

4- Genel Merkezimizdeki Söyleşi ve İmza Günleri
Genel Merkezimizin yeniden düzenlediğimiz “Toplantı Salonu’nda söyleşi ve imza günleri gerçekleştirdik. Bu etkinlerin ilkinde, 26 Kasım 2008 tarihinde Derneğimizin kurucularından ve eski başkanlarımızdan Özcan Karabulut; ikincisinde üyemiz Nedime Köşgeroğlu okurlarıyla söyleştiler ve kitaplarını imzaladılar.

5- Diğer Kurumlarla ve Kuruluşlarla Etkinlikler
Genel Merkezimiz, çeşitli kurumlar ve kuruluşlar ile ortak etkinlikler düzenlemeyi bu dönemde de sürdürdü. Bu doğrultuda;

a) Algı Kitabevi ile Cumartesi Söyleşileri’ne bir çok üyemiz katıldı.

b) Küba ve Latin Amerika Halklarıyla Dayanışma Derneği ile, Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal’ın da katıldığı “José Marti’yi Anma” etkinliğine konuşmacı olarak, Yıldırım B. Doğan, Günay Güner ve Orhan Tüleylioğlu katıldı. Orhan Tüleylioğlu, daha sonra Derneğimizce yayınlanan “Savaşçı ve Şair; José Marti” kitabını imzaladı.

c) Darbe Karşıtı Platform ve Deliler Teknesi Dergisi ile, 14 Eylül 2007 tarihinde düzenlediğimiz “12 Eylül’ün Edebiyatımıza ve Sanatımıza Etkileri” başlıklı panelin konuşmacıları ise Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, GYK üyemiz ve Deliler Teknesi Editörü Aydın Şimşek ve yine GYK üyemiz Selma Ağabeyoğlu idi.

d) Konak Belediyesi, Türkiye PEN Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikası ile birlikte 17 Mart 2008 tarihinde düzenlediğimiz etkinlikle değerli eleştirmen Mehmet H. Doğan’ı andık.

e) 1 Temmuz 2007 tarihinde, Türkiye PEN Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası, Yurtsever Cephe, Divriği Kültür Derneği ve Pir Sultan Abdal Kültür ve Dayanışma Derneği birlikte İstanbul’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde düzenlenen "93 Sivas. 14 Yıl Sonra” başlıklı etkinlik ile, yakın tarihimizin en acı olaylarından “Sivas Katliamı”nda yakılan arkadaşlarımızı unutmadığımızı gösterdik.

f) Genel-İş Sendikası’nın yayın organı Emek Dergisi’ne “Emek ve Sanat” eki hazırlamayı bu dönemde de sürdürdük. Bu arada şunu da anımsatmak isteriz; 27 Temmuz 2007 günü, Genel-İş Sendikası Genel Başkanı ve Devrimci İşçi Sendikaları (DİSK) Genel Başkan Yardımcısı değerli dostumuz Mahmut Seren’i kaybettik. Emekçi halkın eşitlik ve özgürlük savaşımında görevi başında kalp krizine yenik düşen Mahmut Seren, “Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması”nın büyük destekleyicisi, Genel-İş Emek Bülteni içinde Derneğimizce hazırlanan Emek ve Sanat Eki’ni çıkarmaya olanak sağlayan aydın bir sendikacıydı.

6- Yaratıcı Yazarlık Atölyesi
Yaratıcı Yazarlık Atölyemiz, yeni bir çalışma izlencesiyle Genel Merkezimizde, birbirinden değerli yazar arkadaşlarımızın özverileriyle çalışmalarını sürdürdü. Atölye katılımcılarımızdan birçoğu çeşitli dergilerde ürünlerini yayımlama olanağı bulurken kitap çıkaranlar da oldu.

7- İletişimin Güçlendirilmesine Yönelik Çalışma
Derneğimizin, üyeleriyle daha kolay iletişim kurabilmesi için öncelikle, üyelerimizin e-posta adreslerinin toplanmasına yönelik çalışmalar yapılmış; toplanan e-posta adresleri, genel ve üç büyük il çevresinde dört grup olarak derlenerek kullanılabilir duruma getirilmiştir.

Bu alanda bir başka çalışmamız, daha kolay uygulanabilir ve daha maliyetsiz olan “blogspot” uygulamasının başlatılmasıdır. Bu uygulama ile, üyelerimiz arasında bir forum ortamı oluşturmayı amaçladık. Altyapı hazırlıklarını tamamlayarak üyelerimizin de katılımını sağlamayı düşünüyoruz.

Bu çalışmalarımız sonucu, bize gelen ürünlerin, kitapların ve dergilerin tanıtımının yanı sıra bize iletilen etkinlik duyurularının üyelerimize kolayca ulaşmasını sağladık.

8- Dayanışma Kokteylleri
Teknoloji istediği kadar gelişsin, yüz yüze iletişim hâlâ en sağlıklı iletişim biçimi olma özelliğini korumaktadır. Birbirimizi daha yakından tanımanın, önümüzdeki sorunları aşmamızda, doğabilecek sorunları kolayca aşmamızda büyük kolaylıklar sağlayacağı, aramızdaki sevgiyi ve saygıyı artıracağı kanısındayız. Ayrıca şunu da unutmayalım ki etkinlikleri, sorunları, yapılanları yapılmayanları ilk ağızdan duymak önemlidir. İşte bu nedenle, üyelerimizin birbirini daha yakından tanıyabilmesi amacıyla da çalışmalar yürüttük. Bu doğrultuda ilk olarak Dernek Genel Merkezimizin, üyelerimizin kitap/dergi okuyabileceği, sohbet edebileceği kısaca daha kullanışlı bir ortam durumuna getirilmesi çabasına ağırlık verdik.

İkinci olarak, Genel Merkezimizde, üyelerimizle ve dostlarımızla buluşmak, birbirimizi daha iyi tanımak, daha iyi anlamak ve güzel anlar yaşamak amacıyla ve imece usulüyle “Dayanışma Kokteyli” adı altında 3 kez yemekli toplantı düzenledik. Yoğun katılımın olduğu bu toplantıların yeni dönemde de sürdürülmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.

II- DİĞER İLLERDEKİ ETKİNLİKLERİMİZ
1- Akyaka Uluslararası Edebiyat Günleri

Derneğimizin, Akyaka Belediyesi ve Muğla Üniversitesi ile birlikte gerçekleştirdiği ve eşgüdüm çalışmalarını üyemiz Tülay Akkoyun’un yürüttüğü Akyaka Edebiyat Günleri 4 yaşına girdi. Her yıl artan sayıda edebiyatçımızın katıldığı etkinlikte yurtdışından konuklarımızı da ağırlıyoruz.

Bu etkinliğimizin, 25 – 27 Mayıs 2007 tarihinde düzenlenen, Adalet Ağaoğlu’nun onur konuğu olduğu ikincisinde “Modern Türk Edebiyatında Bir Yıldız; Adalet Ağaoğlu”, “Yazarın Coğrafyası, Mekânı, Dili”, “Günlük Basında Edebiyat Ekleri”, “Edebiyatın Cinsiyeti”, “Öykü ve Romanın Gerisinde Kalan Şiir” ve “Taşrada Edebiyat Dergiciliği” başlıklı panellerin yanı sıra okumalar ve söyleşiler yapıldı.

1 – 4 Mayıs 2008 tarihinde düzenlenen üçüncüsünde, adına bir panel de düzenlenen Nezihe Meriç onur konuğu idi. Bu buluşmada “60’lardan 90’lara Şiirimiz”, “90’lardan Günümüze Şiirimiz”, “Öykünün Şimdiki Zamanı” başlıklı panellerin yanı sıra yine okumalar ve söyleşiler gerçekleştirildi.

2- İzmir Öykü Günleri
Derneğimizin, Konak Belediyesi ve Ege Kültür Vakfı ile birlikte gerçekleştirdiği İzmir Öykü Günleri 8 yaşına girdi.

Etkinliğin, 14 – 17 Şubat 2007 tarihlerinde düzenlenen ve Sabahattin Ali, Bekir Yıldız, Erdal Öz, Muzaffer Buyrukçu, Sait Faik Abasıyanık ve Sevgi Soysal’ın anıldığı altıncısında, yakın tarihte yitirdiğimiz Erhan Bener onur konuğumuzdu. Öykü okuma saatleri ve kişisel söyleşilerin yanı sıra “Edebiyatımızda Çocuk Öykücülüğü”, Genç Öykücüler Konuşuyor”, “Öykü Dergiciliğinin Sorunları”, “Günümüz Öyküsüne Eleştirel Bakış” başlıklı panellere çok sayıda üyemiz konuşmacı olarak katıldı..

“Öyküden Sinemaya” başlığıyla 14 – 16 Şubat 2008 tarihlerinde düzenlenen yedincisinde Füruzan onur konuğuydu. Edebiyatçılarımızın eserlerinden sinemaya uyarlanan filmlerin de izleyicilerle buluştuğu etkinlikte, eserleri sinemaya uyarlanmış yazarlarımız ağırlıkta olmak üzere çok sayıda edebiyatçı düşüncelerini paylaştı, öykülerini okudu. “Kitap Ekleri ve Öykü Kitapları”, “Öyküden Sinemaya”, “Neden Öykü: Savur Saçlarını Ege” başlıklı paneller de ilgiyle izlendi.

3- TÜYAP Kitap Fuarları
Derneğimiz, geçtiğimiz dönemde de kitap fuarlarına imza günleri ve panellerle katılmayı sürdürmüştür. Bu doğrultuda;

a) İstanbul Kitap Fuarı:
27 Ekim – 4 Kasım 2007 tarihlerinde düzenlenen ve ana teması “Akdeniz’de Edebiyat; Edebiyatta Akdeniz” olarak belirlenen 26. İstanbul Kitap Fuarı’nda, “Şiirlerle Türk Solu’nun 100 Yılı”, “Bir Yakın Öykü Okuma Çalışması: Atlarını Sürüp Geldiler” ve “Dar Zamanlarda Şiir” başlıklı etkinlikleri düzenledik.
1 – 9 Kasım 2008 tarihlerinde düzenlenen ve ana teması “1968: 40 Yıl Önce, 40 Yıl Sonra” olarak belirlenen 27. İstanbul Kitap Fuarı’nda ise, “Türkiye’deki Çocuk Edebiyatına Bir Bakış”, “Hayatı Şiirle Anlamak” başlıklı etkinlikleri düzenledik.

b) İzmir Kitap Fuarı:
Fuarın, 21 – 29 Nisan 2007 tarihlerinde düzenlenen 12’ncisine “Öykü Yaratım Süreci”, “Sevmek Sanatı ve Kadınlar” ve “Barış İçin Şiirler” başlıklı; 19 – 27 Nisan 2008 tarihlerinde düzenlenen 13’üncüsüne, “1980 Sonrası Kadın Romancılar”, “Medyatik Kültüre Direnen Şiir” ve “Bir Aydınlanma İmecesi: Şeyhoğulları Kütüphaneler Zinciri” başlıklı etkinliklerle katkıda bulunduk.

c) Çukurova Kitap Fuarı:
15 – 20 Ocak 2008 tarihlerinde ilk kez düzenlenen Fuara, “Şiirin Taşra Sıkıntısı”, “Türk Öykücülüğünde Yeni Anlatım Olanakları ve Öykü Geleneğimize Yaklaşımlar” başlıklı panellerin yanı sıra üyelerimizin katıldığı bir şiir dinletisiyle destek verdik.

d) Bursa Kitap Fuarı:
Fuarın, 3 – 11 Mart 2007 tarihlerinde düzenlenen 5’incisinde “Uludağ’ın Öykücüleri”, “Uludağ’ın Şiir Pınarları”, “Uludağ’ın Edebiyat Çınarı: Nadir Gezer” başlıklı; 1 – 9 Mart 2008 tarihlerinde düzenlenen 6’ncısında, Bursa Yazın ve Sanat Derneği ile birlikte “Uludağ’ın Öykü Pınarları”, “Nazım’ın Bursa’sı Bursa’nın Nazım’ı” başlıklı etkinlikleri düzenledik.

III- KATKI SUNDUĞUMUZ ETKİNLİKLER
1- Dursun Akçam’ı Andık

Derneğimizle birlikte, Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, Arkadaş Yayınevi, Eğitim-Sen 2 Nolu Şube, Kibatek ve Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın katkısıyla 19 Eylül 2007 tarihinde “Dursun Akçam’ı Anma” etkinliği gerçekleştirildi. Etkinlikte Vecihi Timuroğlu’nun yönettiği, Emin Özdemir, Alper Akçam, Metin Turan ve K. Semra Eren’in katıldığı, “Devrimci Kültürümüzde Dursun Akçam’ın Yeri” başlıklı bir de panel yapıldı.

2- Uğur Mumcu Adalet ve Demokrasi Haftası
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nın düzenlediği “Adalet ve Demokrasi Haftası” etkinliklerinin 15’incisine, Tuncer Uçarol’un yönettiği ve Özgen Seçkin, Yücel Kayıran Süreyya Karacabey’in katıldığı “Mutsuzluk Ekseninde Edebiyat” başlıklı panelle; 16’ncısına ise, Özgen Seçkin, A. Kadir Paksoy, Selma Ağabeyoğlu, Arzu Alır, Gökhan Cengizhan, Ahmet Antmen, Bilge Öngöre, Ali Rıza Kars, Metin Turan ve Neşe Ersoy’un katıldığı “Barış, Emek ve Özgürlük Şiirleri” başlıklı bir şiir etkinliğiyle katkı sunduk.

3- Uluslararası İstanbul Beyoğlu Şiir Festivali
Derneğimiz, başkanlığını üyemiz Salih Zeki Tombak’ın yaptığı Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsü (TTBE) ile Beyoğlu Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası İstanbul Beyoğlu Şiir Festivali’nin (Şiiristanbul’un) içeriğinin belirlenmesine ve hazırlanmasına önemli katkılarda bulundu.

IV- KATKI SUNDUĞUMUZ YARIŞMALAR
1- Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Yarışması

Derneğimizin, Genel-İş Sendikası ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eski Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün anısına, Baştürk ailesi ve Genel-İş Sendikası ile birlikte düzenlediği yarışmanın 5’incisi 2007 yılında yapıldı. Yarışmanın yürütülmesini sağlayan Tuncer Uçarol, yarışmaya gönderilen öyküleri yine büyük bir titizlikle kitaplaştırdı.

Yarışma 2008 yılında ise “Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Yarışması” adı altında ve diğer edebiyat türlerine de açılarak basılmış kitapla katılınan bir biçime dönüştürülerek yapıldı. Ödüller “2008 Yılı Abdullah Baştürk’ü Anma, İşçi Edebiyatı Yarışması Ödül Töreni Günleri” çerçevesinde verildi. İlk günkü etkinlikte, Tuncer Uçarol’un yönettiği “Edebiyat ve Sanatta işçiler” başlıklı panelde, Prof. Dr. Ahmet Makal “Çalışma Yaşamı, İşçiler ve edebiyat”, Prof. Dr. Gürhan Fişek “Çocuk Emeği ve Sanat” başlıklı bildirlerini sundular. Necati Tosuner, Remzi İnanç ve Özgen Seçkin ödül alan yapıtları değerlendirdiği etkinlikte ödül alan yazarlarımız birer konuşma yaptı. Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan’ın da bir konuşma yaptığı ikinci günkü etkinlikte, Tuncer Uçarol, yarışmanın başından bu yana serüvenini anlatırken, Prof. Dr. Mümtaz Soysal “Baştürkler Çoğalmalı” başlıklı bildirisini sundu.

2- Madenci Öyküleri Yarışması
Maden Mühendisleri Odasının, 2007 yılında ilk kez düzenlediği “Madenci Öyküleri Ödülü”nün oluşturulmasına ve yürütülmesine katkı sunduk. Yarışmanın ödülleri, 1 Aralık 2007 tarihinde Dünya Günü nedeniyle düzenlenen yemekli toplantıda sahiplerine verildi. Yarışmaya gönderilen öykülerden seçilenleri Genel Saymanımız Tekgül Arı kitaplaştırılıyor...

V- TEMSİLCİLİKLERİMİZİN ETKİNLİKLERİ
1- Adana Temsilciliğimiz,
Dünya Öykü Gününü, Adana temsilcimiz ve Özgür Pencere Sanat ve Edebiyat Derneği Başkanı Şebnem Sema Tuncel”in girişimiyle, Türkiye PEN Merkezi Adana Temsilciliği ve Özgür Pencere Edebiyat ve Sanat Derneği ile ortaklaşa, öykü yazan çocuklarla birlikte okulları ziyaret ederek kutladı.

2- Antakya Temsilciliğimiz, 14 Şubat 2007 tarihinde temsilcimiz Yaser Bereketoğlu’nun açılış konuşmasını yaptığı ve Antakya’da yaşayan üyelerimizin katıldığı Dünya Öykü Günü etkinliğini gerçekleştirdi.

3- Bartın Temsilciliğimiz, Dünya Şiir Günü’nü, temsilcimiz Keramettin Çetin’in girişimiyle ve Atatürkçü Düşünce Derneği Bartın Şubesi’nin katkısıyla Bartın’da; Eğitim-Sen Temsilciliğinin desteğiyle de Amasra’da kutladı.

4- Bursa Temsilciliğimiz, aynı zamanda Bursa Yazın ve Sanat Derneği’nin de başkanı olan temsilcimiz Şaban Akbaba’nın önderliğinde düzenlenen etkinlikle Dünya Öykü Günü’nü kutlarken BUYAZ 2007 Yılı Onur Ödülü Talip Apaydın’a verildi.

5- Diyarbakır Temsilciliğimiz, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ve temsilcimiz Muharrem Erbey’in de açılış konuşması yaptığı Diyarbakır Öykü Günleri çerçevesinde Dünya Öykü Günü’nü kutlamayı sürdürdü.

6- Eskişehir Temsilciliğimiz, temsilcimiz Zehra Çam’ın girişimleriyle bu dönemi de etkin geçirdi. Eskişehir Gelişim Vakfı’nın (EGEV’in) de katkısıyla, çeşitli yazarlarımızın ve şairlerimizin katıldığı söyleşilerin yanı sıra Dünya Öykü Günü’nü ve Dünya Şiir Günü’nü de düzenlediği etkinliklerle kutladı.
Temsilcimiz Zehra Çam ile üyemiz Şükran Kara’nın birlikte düzenlediği, 2008 yılı kutlamalarında konuğumuz Erendiz Atasü idi. Eskişehir’de yaşayan öykücülerin bildirilerinin okunmasından ve “Erendiz Atasü Öykücülüğü” başlıklı söyleşiden sonra Atasü ile “Taş Üstünde Gül Oyması” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi.

7- Mersin Temsilciliğimiz, Dünya Öykü Günü’nü, Mersin Temsilcimiz Mehmet Hameş’in yaptığı “Dünya Öykü Günü Çukurova Etkinliği” adı altında, çevre illerden gelen öykücülerin katılımıyla kutladı.
Mersin Temsilciliğimiz, Dünya Şiir Günü’nü de, yine temsilcimiz Mehmet Hameş’in girişimi ve yine çevre illerden gelen şairlerimizin katılımıyla “Dünya Şiir Günü Çukurova Etkinliği” adı altında kutladı.
Temsilciliğimiz, Aslanköy Dayanışma ve Kültür Derneği işbirliğiyle örnek bir etkinliği de Toroslar’ın doruğundaki Aslanköy’ün İlköğretim Okulu’nda gerçekleştirdi.

8- İzmir Temsilciliğimiz, başarıyla yürüttüğü İzmir Öykü Günleri’nin yanı sıra yeni bir gelenek de başlattı. Temsilcimiz Ferda İzbudak Akıncı’nın önderliğinde, İzmir’de ve çevre illerde yaşayan üyelerimizin, yeni çıkan kitaplarının dönemsel olarak tanıtımı amacıyla planlanan etkinlikleri “Güz Kitapları”, “İlkbahar Kitapları”, “Kış kitapları” başlığı altında gerçekleştirdi.
İzmir Temsilciliğimiz ayrıca çeşitli söyleşilerle de dönemi etkin bir biçimde tamamladı.

9- Yalova Temsilciliğimiz, temsilcimiz Nuri Taner’in girişimiyle, bu ilimizde yaşayan şairlerimizin katılımıyla, Dünya Şiir Günü’nü, Orhangazi Avrasya Vakfı ile ortaklaşa olarak, 21 Mart 2008 tarihinde Orhangazi’de kutladı.

10- Almanya Temsilciliğimiz, geçtiğimiz dönemde yeniden yapılandırıldı. Yeni temsilcimiz, Öz Yapım / Havuz Yayınları yöneticisi Nida Öz ile birlikte Almanya’daki çalışmalarımızı hızlandırdık. İlk olarak, Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan ve temsilcimiz Nida Öz”ün, Almanya’nın 4.000 kayıtlı üyesi bulunan yazar örgütü Alman Yazarlar Birliği (Verband Deutscher Schriftsteller-VS in ver.di) Başkanı İmre Török ve diğer yetkililerle yaptığı görüşmeler sonucunda işbirliği yapma kararı aldık. Bu işbirliği girişimi sonucunu hemen verdi.
15 – 19 Ekim 2008 tarihlerinde düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı öncesinde, 2008 Frankfurt Kitap Fuarı “Onur Konuğu Türkiye” Ulusal Yürütme Komitesi’nin desteği ve Alman Yazarlar Birliği ile Öz Yapım / Havuz Yayınları’nın katkısıyla, Almanya’nın Berlin, Hamburg, Köln ve Darmstad illerinde etkinlikler düzenledik. Bu doğrultuda;
5 Eylül 2008 tarihinde Hamburg’da, “İçimizdeki Yaban(cı)” başlığı altında, Cezmi Ersöz, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Nida Öz ile Alman Yazarlar Birliği Hamburg Bölge Başkanı Dr. Reimer Eilers, Gino Leineweber, Emina Kamber’in katıldığı bir etkinlik düzenledik.
9 Eylül 2008 tarihinde, Alman Yazarlar Birliği Başkanı İmre Török’ün yönettiği, Birlik üyesi Charlotte Worgitzky, Anja Tuckermann, Horst Bosetzky ile Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, Genel Sekreter Yardımcımız Yücel Kayıran ve Mehmet Yaşın’ın katıldığı “Karşılaşmalar” başlıklı etkinliği Berlin’de gerçekleştirdik.
12 Eylül 2008 tarihinde “Şiir Büyük Bir Coşkudur” başlığı altında Köln’de gerçekleştirdiğimiz, Köln’lü yazar Margit Haehner tarafından yönetilen etkinliğe Orhan Alkaya, Turan Koç, Akif Kurtuluş, Nida Öz ile Birlik üyesi Isolde Ahr ve Andreas Rumler katıldı.
20 Eylül 2008 tarihinde Darmstad’ta düzenlediğimiz etkinliğin teması “Bugünkü Türk Edebiyatı: Yol İşareti; Servi Ağacı” idi. Etkinliğe Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, Cengiz Bektaş, eski başkanlarımızdan Çetin Öner, Yavuz Bülent Bakiler ile Alman Yazarlar Birliği Hessen Bölge Başkanı Alexander Pfeiffer, Dr. Monika Carbe, Prof. Dr. Jens Peter Laut katıldılar.

VI- ULUSLARARASI ETKİNLİKLERİMİZ
Yönetim Kurulumuz, olanaklarının elverdiği ölçüde uluslararası ilişkilere önem vermeyi sürdürdü. Bildiğiniz gibi, 2004 yılından bu yana, “Komşu Edebiyatlarla Buluşma” adını verdiğimiz bir bakış açısını yaşama geçiren Derneğimiz, Arap Yazarlar Birliği, Filistinli Gazeteciler ve Yazarlar Birliği, Ukrayna Yazarlar Birliği, Belarus Yazarlar Birliği, Azerbaycan Yazarlar Birliği ve Bosna-Hersek Yazarlar Derneği ile karşılıklı işbirliği antlaşmaları imzaladı. Bu antlaşmalar sonucu, çok sayıda arkadaşımız yurtdışı etkinliklere katılırken birçok yabancı konuğu da ülkemizin değişik yerlerinde ağırlamayı sürdürdük. Bu konuklar arasında, ABD’den Joanne Leedom-Ackerman, Kanada’dan Aline Apostolska, İsveç’ten Peter Curman, Makedonya’dan Kata Kulavkova, Biba İsmail, Ferid Muhic, Suriye’den Hammud El Musa,, Macid El Uvayyid, Bessam El Bileybil de bulunuyordu. Bu doğrultuda gerçekleştirdiğimiz uluslararası etkinliklerimizin başlıcaları aşağıdadır:

1- Abdülselam El Uceyli Roman Festivali
Bildiğiniz gibi, Ağustos 2006 tarihinde Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan ile Suriye Kültür Bakanı Riyad Nasaan Ağa arasında yapılan görüşmede, iki ülke edebiyatçılarının karşılıklı işbirliği konusunda görüş birliğine varılmıştı. Bu işbirliği çerçevesinde, Suriye’nin ve Arap dünyasının, 2006 yılında ölen önemli romancısı Abdülselam El Uceyli adına düzenlenen roman festivaline 2005 yılından bu yana katılıyoruz. Bu doğrultuda;
11-14 Kasım 2007 tarihlerinde düzenlenen “3. Abdülselam El Uceyli Roman Festivali”ne, Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan’ın başkanlığında Osman Şahin, Meltem Arıkan, Fatih Atila, Zeynep Aliye ve Bereket Kar’dan oluşan bir heyetle katıldık. Heyetimiz, “Türk Romanı” üzerine düzenlenen bir oturumda bildirilerini sunduktan sonra, başkent Şam’a geçerek Devlet Başkan Yardımcısı Necah Attar ile görüştü.
Etkinlik bitiminde, Arap Yazarlar Birliği Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Cuma’nın, Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan’a verdiği plakette şunlar yazıyordu: “Suriye ve Türkiye halkları arasındaki kültürel ve edebi dostluğa saygıyla.”
2 – 4 Aralık 2008 tarihlerinde düzenlenen “3. Abdülselam El Uceyli Roman Festivali”ne, Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan’ın başkanlığında Tülay Akkoyun, Zeki Tombak ve Bereket Kar’dan oluşan bir heyetle katıldık. Etkinlikte Zeki Tombak, “Türk Edebiyatında Komplo Romancılığı”; Tülay Akkoyun “Küreselleşen Dünyanın Türk Edebiyatına Yansıması” başlıklı bildirilerini sunarken Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan yazarlarımızla yapılan oturumun yöneticiliğini üstlendi.

2- Gazze Saldırısını Kınamak İçin Sınırdaydık
Türkiye PEN Merkezi ile birlikte, İsrail devletinin Filistin'e ve Gazze'ye saldırısını protesto etmek ve Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla 22 Ocak 2008 tarihinde Suriye’ye geçtik. Suriye’nin başkenti Şam’da Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma ve diğer yönetim kurulu üyeleriyle görüştükten sonra Suriyeli ve sürgündeki Filistinli gazeteci-yazar örgütleriyle birlikte, İsrail sınırındaki Kuneytra kasabasına giderek, İsrail devletinin uyguladığı soykırım politikasını kınadık.
Aynı gün, akşam saatlerinde, Şam'da bulunan, Muhayyem Yerduk Filistin mülteci mahallesine gittik ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (FHKC) Cafra Gençlik Merkezi'ni ziyaret ettik. Burada, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Politbüro Üyesi ve Dış İlişkiler Şefi Ebu Ahmet Fuad ve Filistinli Gazeteciler-Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı Tahsin Halebi ile görüştük.
Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, Türkiye PEN Merkezi Genel Sekreteri Sabri Kuşkonmaz, Türkiye Yazarlar Sendikası 2. Başkanı Mustafa Köz, Türkiye PEN Merkezi Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı ve üyemiz Halil İbrahim Özcan, Tarih ve Toplum bilimleri Enstitüsü Başkanı ve üyemiz Zeki Tombak, Antakya Temsilcimiz Murat Altunöz’ün yanı sıra üyelerimiz Remzi Karabulut, Ali Rıza Kars, Yusuf Kaptan, Arzu Alır, Özgür Ovacık, Süreyya Filiz katılımcılar arasındaydı.

3- 46’ncı Saraybosna Şiir Günleri
Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, 9-15 Mayıs 2007 tarihlerinde, Bosna-Hersek Yazarlar Derneği’nce düzenlenen “46’ncı Saraybosna Şiir Günleri”ne, çağrılı olarak katıldı. Cumhuriyetimizin ilk dönemi şiirine oranla, sonrası dönem şiirimizin daha az tanındığı Bosna-Hersek’te, bu katılım, ülkemiz adına, şiirimizdeki gelişmeleri tanıtma açısından önemli bir fırsat oldu.

4- 11’inci Tetova Şiir Festivali
18 – 21 Ekim 2007 tarihleri arasında, Makedonya’nın Tetova kentinde düzenlenen Şiir Festivaline, çağrılı olarak Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan ile üyemiz ve Türkiye PEN Merkezi Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı Halil İbrahim Özcan katıldı.

5- 4’üncü Rakka Şiir Festivali
7 - 12 Nisan 2008 tarihleri arasında, Suriye'nin Rakka kentinde yapılan ve 20 ülkeden 40 şairin buluştuğu 4. Rakka Uluslararası Şiir Festivali’nde üyelerimiz Adil Okay, Ayşegül Tercan ve Bereket Kar’dan oluşan bir heyetle katıldık.

6- Suriye Büyükelçisiyle Görüşme
Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan ile Genel Sekreterimiz Remzi Özmen, 7 Kasım 2007 Çarşamba günü Suriye Büyükelçiliğini ziyaret ederek, Büyükelçi Dr. Khaled Raad ile bir görüşme yaptı. Suriye’nin Rakka kentinde, 11-14 Kasım 2007 tarihlerinde düzenlenecek olan ve ülkemizden romancıların da katılacağı “3. Abdulselam El Uceyli Roman Festivali” öncesinde yapılan görüşme dostane bir ortamda geçti.

7- Belarus Büyükelçisiyle Görüşme
Genel Başkanımız Gökhan Cengizhan, 8 Eylül 2007 tarihinde, Belarus Cumhuriyeti Büyükelçisi Natallia Zhylevich’le bir görüşme yaptı. Büyükelçinin çağrısı üzerine gerçekleşen toplantıda, Belarus ve Türk yazarların olası buluşmaları ve işbirliği olanakları üzerinde duruldu.

8- Arap Yazarlar Birliği ile 2008 – 2010 Yıllarını Kapsayan Kültür Antlaşması
Derneğimizce, Arap Yazarlar Birliği ile imzalanan “Kültür Antlaşması”nın süresi 2010 yılına dek uzatılmıştır. Bu antlaşma kapsamında çok sayıda üyemiz Arap ülkelerindeki etkinliklere; çok sayıda Arap yazar da ülkemizdeki etkinliklere katılma olanağı bulmuştur. Önceki antlaşmalarımıza uygun ve başarıyla yürüyen ilişkilerimizin yeni dönemde de aynı biçimde yürütüleceğine inanıyoruz.
Arap Yazarlar Birliği ile Edebiyatçılar Derneği'nin
2008-2010 Yıllarını Kapsayan Kültür Antlaşması

Taraflar kendi halklarına karşı taşıdıkları sorumluluktan hareketle, Türk ve Arap halkları arasında, geçmişten bu yana var olan kültürel ilişkileri geliştirmek ve sağlamlaştırmak, iki halkın kültürünü, sanatını, edebiyatını karşılıklı olarak tanımak ve tanıtmak amacıyla, aşağıdaki konularda anlaşmışlardır.
Madde 1- Taraflar, uluslararası toplantılarda (kongre, konferans vb.) insani değerlere, adalete ve barışa hizmet edecek düşünceleri yaymak için tüm güçlerini kullanarak ortak çaba sarf edeceklerdir.
Madde 2- Taraflar, kendi adlarına yayınladıkları dergilerden beşer (5) adedi, kendi adlarına bastıkları kitaplardan ikişer (2) adedi, karşılıklı olarak birbirlerine göndereceklerdir. Ayrıca, taraflar arasında, bilgi alışverişi için gerekli ortam yaratılacak, düzenli bilgi ve belge değiş tokuşu sağlanacaktır. Her iki taraf da, ülkelerin ilgili yasaları çerçevesinde, birbirlerinin edebiyatını kendi ülkesinde tanıtmaya çalışacaktır.
Madde 3- Taraflar, her yıl birbirlerine en az bir heyet göndereceklerdir. On günlüğüne, 2 ya da 3 kişiden oluşacak bu heyet, kültürel etkinliklere (seminer, panel, buluşma vb.) katılmak amacıyla diğer taraf ülkeye konuk olacaktır. Yol giderleri gönderen tarafa, konaklanma ve ağırlanma giderleri ile iç ulaşım karşılayan tarafa ait olacaktır.
Madde 4- Taraflar, kendi dergilerinde, diğer ülkenin edebiyatı hakkında hazırladıkları çeviri dosyaları yayımlayacaklardır.
Madde 5- Her iki taraf, üyelerinin özel ziyaretleri durumunda, karşı tarafın üyesine elinden gelen tüm kolaylığı gösterecektir. Üyelere, bağlı bulundukları kurumdan aldıkları kimlik ya da görev belgelerini ibraz etmeleri koşuluyla, maddi yardım hariç, her türlü kolaylık sağlanacaktır.
Madde 6- Bu antlaşmanın süresi üç yıldır. Bir taraf, diğer taraftan antlaşmanın iptalini ya da değişikliğini talep etmedikçe, kendiliğinden yenilenmiş olacaktır.
15.11.2007, Şam /Suriye
Dr. Hüseyin Cuma Gökhan Cengizhan
Arap Yazarlar Birliği Başkanı Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı

VII- DİĞER YAZAR ÖRGÜTLERİYLE İLİŞKİLERİMİZ
Derneğimiz, geçtiğimiz dönemde de ülkemizin diğer yazar örgütleriyle yakın ilişkisini sürdürdü. Türkiye PEN Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikası ile ortak toplantılar ve basın açıklamaları yapıldı. Bu doğrultuda;

1- Dünya Barış Günü Kutlandı
Dünya Barış Günü, Barış Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Pen Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikasının ortaklaşa düzenlediği etkinlikle İstanbul’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde, 31 Ağustos – 1 Eylül 2007 tarihlerinde kutlandı.

2- Ortak Açıklamalarımız
Derneğimiz, diğer iki yazar örgütümüz Türkiye PEN ve Türkiye Yazarlar Sendikası ile birlikte, “Laiklik, fikir özgürlüğünün ve özerk sanatın vazgeçilmez bir öncülüdür.”başlıklı, “’YouTube” ve Demokrasi Korkusu” başlıklı ve “Türkiye’nin Yazarları 1 Eylül Dünya Barış ve Emek Günü İçin Eylemde!” başlıklı bildirilerini; yine bu iki yazar örgütünün yanı sıra Türkiye Yayıncılar Birliği’nin de katılımıyla, bir gazetenin, “gerçek yazarı” belli olmayan cinsel bir metnin yazarının üyemiz Enis Batur olduğu yönündeki gerçek dışı yayınını kınayan bildirileri imzaladı.

Genel Yönetim Kurulu adına
Remzi Özmen
Genel Sekreter

27 Şubat 2009 Cuma

SURİYEDEN GELİYORUZ



Türkiyeli aydın, yazar ve edebiyatçılar, iki ulusal yazar örgütü, Türkiye PEN Merkezi ve Türkiye Edebiyatçılar Derneği öncülüğünde, İsrail devletinin Filistin’e ve Gazze’ye saldırısını protesto etmek ve Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla oluşturulan bir heyetle gittikleri Suriye’den döndüler.

Heyette, yalnızca yazar örgütleri üyeleri değil, SES, Eğitim-Sen, PSAKD, Tabipler Odası, Barış Meclisi, Halkevleri, KESK gibi demokratik kitle örgütü temsilcileri de yer aldılar.

Antakya’dan karayoluyla ve 28 kişilik bir otobüsle, 21 Ocak 2009 Çarşamba gecesi Suriye’ye giriş yapan heyetin, 22 Ocak 2009 Perşembe sabahı, Şam’da, ilk durağı, Arap Yazarlar Birliği oldu. Burada, Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma ve diğer yönetim kurulu üyeleriyle görüşüldü.

Bu görüşmede, Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma bir konuşma yaparak özetle şunları ifade etti: "Türkiye Edebiyatçılar Derneği ile dayanışma içerisinde olmaktan mutluyuz. Gazze vahşetini kınıyoruz. Siyonist İsrail, arkasına emperyalist ilişki içerisinde olduğu ABD'yi de alarak Gazze'de kadın, çocuk demeden 1.500'e yakın insanı katletmiştir. Uluslar arası belgelerle yasaklanan her türlü silah bu katliamda İsrail tarafından kullanılmıştır. Beyaz fosfor ve uranyum bombaları kullandıklarını itiraf etmişlerdir. Bu bombalardan kendi askerlerinin de yaralanmış olması bu itiraflara neden olmuştur. Katliam ile ilgili elimizde bir CD var ve en kısa sürede bunu size ileteceğiz. 10.11.1975'te BM tarafından yayınlanan 3373 nolu karar "Siyonizm ırkçılıktır" demektedir. Bu kararı tüm dünyaya anımsatmakta yarar vardır. BM'nin Siyonizm ile ilgili kararını dünyaya duyurma konusunda sizlerden yardım talep ediyoruz. İsrail bayrağı üzerindeki iki mavi çizgi Fırat ve Dicle'yi değil tüm Ortadoğu'yu içine alan sınırlardır ve İsrail'in Gazze'yi haritadan silme amacının arkasında bu sınırları Ortadoğu ile genişletme niyeti yatmaktadır."

Hüseyin Cuma sözlerine şöyle devam etti: "Bu katliama karşı sizlerden beklentilerimizden biri de gerek İsrail'e ve gerekse bu katliama kayıtsız kalıp bir anlamda destekleyen BM'ye karşı davalar açmanızdır.

Türkiye Edebiyatçılar Derneği adına Gökhan Cengizhan bir konuşma yaptı ve konuşmasında özetle şunları söyledi; "İsrail'in Gazze işgalini ve katliamı kınıyoruz. Sizlere desteğimizi sunmak, Türkiye halkının tepkisini iletmek için buradayız. Kuneytra'yı ve Golan'ı gezip savaş hakkında bilgi sahibi olmak istedik. İsrail 1967 yılında, 1200 kilometrekare Suriye toprağını işgal edip, 1973 yılında Kuneytra'yı yerle bir ederek geri çekildi. Ancak biz biliyoruz ki, halen işgal altındaki Golan'ın diğer yerleşim yerlerinden çekilmedikçe bu sorunun çözülmesi mümkün değildir."

Gezi, bu ziyaretten itibaren, El Cezire TV, Suriye TV, İran ve Lübnan El Alem TV kanalları tarafından, baştan sona görüntülendi.

Suriyeli ve sürgündeki Filistinli gazeteci-yazar örgütleriyle birlikte, İsrail sınırındaki Kuneytra kasabasına gidilerek, İsrail devletinin uyguladığı soykırım politikası lanetlendi. Suriye-İsrail-Filistin ortak sınırında, “sıfır” noktasındaki Golan tepelerinde, kimi katılımcılar, İsrail’e sembolik taşlar fırlatmayı da ihmal etmedi.

BM gözetimindeki bu bölgeye, daha önceden alınan “özel” izinle girildiğini de belirtelim. Sınırın, Suriye tarafında bulunan “barış bahçesi”ne, birer zeytin fidanı dikilerek, Suriye ve Filistin halklarına yönelik dayanışma duyguları somutlaştırıldı.

Kuneytra valisi Riyad Hicap tarafından da kabul edilen heyete, bölgenin özgürlük mücadelesini simgeleyen bir plaket verildi. Vali Riyad Hicab şunları söyledi; "Heyetinizin burada olmasından ve Türkiye halkının bizlere vermiş olduğu destekten memnunuz. Türkiye halkı bu süreçte bizlere bazı Arap halklarından çok daha fazla destek vermiştir. Türkiye - Suriye ve Filistin halkları arasındaki ilişkilerin daha fazla geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bizler burada sizlere İsrail vahşetini göstereceğiz. 1967-1973 arası İsrail buralarda neler yaptıysa çok benzerini bugün Gazze'de yapmıştır. Kuneytra şu an 510 bin nüfusu olan bir ildir. Şu an İsrail işgali altındaki Golan tepesinde 5 köy ve 30 bin civarında bir nüfus bulunmaktadır. 1967 yılında İsrail buraları işgal ettiğinde 153 bin nüfusa sahiptik ve 240 köyümüz yerle bir edildi. Bu köylerde
yaşayanların hemen tümü göçe zorlandı ve ülkelerini terk ettiler. Göç edenlerin yerlerine Golan'da Yahudi yerleşim yerleri kuruldu.”

Aynı gün, akşam saatlerinde, Şam’da bulunan, Muhayyem Yerduk Filistin mülteci mahallesine gidildi ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) Cafra Gençlik Merkezi’ni ziyaret edildi. Burada, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi politbüro üyesi, dış ilişkiler şefi Ebu Ahmet Fuad ve Filistinli Gazeteciler-Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı Tahsin Halebi ile görüşüldü.

Ebu Ahmet Fuad bir konuşma yaptı ve konuşmasında özetle şunları söyledi; "Heyetinizin bizleri ziyareti önemli bir girişimdir. Türkiye halkını ve heyetinizi Filistin halkı, Halk Partisi ve FHKC adına selamlıyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Türkiye Hükümeti, İsrail ve ABD yanlısı tutum izlerken Türkiye solunun bizlere verdiği destek çok önemlidir. Filistin'de ve Gazze'de sol güçler önemli bir konuma sahiptir ve son işgal sırasında Gazze'de islami güçlerle birlikte savaşmıştır. Sorun İsrail ve Hamas arasında değildir. İsrail tarafından saldırıyı meşru göstermek için bu propaganda yapılmaktadır. Oysa bu barbar saldırı tüm Filistin halkını hedef almıştır. Biz sol
güçler tüm Filistinlilerin bu emperyalist güce karşı birlikte savaşmamız gerektiğini düşünüyoruz. Gazze'de Filistinliler, yurtseverler, sol, İslami güçler hep birlikte savaştık. Gazze halkı da İslami güçler ile sol güçlerin bu birlikteliğine önemli bir destek verdi. Dünya da sessiz kalmadı ve bu anlamda heyetiniz nezdinde tüm Türkiye halkını bize verdiği destek nedeniyle selamlıyorum.

Bugünkü direnişimiz yıllarca hafızalardan silinmeyecek. Gazze'nin yarısı yıkıldı. Çok sayıda kadın ve çocuk hala enkaz altında. Ama direniş sürecek. Bu direniş bağımsız Filistin devleti kurulana ve sürgündeki Filistinliler geri dönene dek durmayacak. Filistinli örgütlerin arasındaki ayrılıklar bu savaşın nedenlerinden birisidir. İsrail bu ayrılığı iyi kullanmıştır. Bu anlamda Filistinli güçler olarak birlikte davranmak için mücadele etmek zorundayız. Gazze
saldırısı ile Siyonistler Filistinlilere diz çöktüreceklerini sandılar ama başaramadılar. Biz zaferden umutluyuz ve kanımızın son damlasına kadar savaşma kararlılığındayız."

Heyet, geceyi Şam’da geçirdikten sonra, 23 Ocak 2009 Cuma günü, Halep üzerinden Antakya’ya dönüş yaptı.

İyi çalışmalar dileriz.

Gökhan Cengizhan
Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı


Heyetimizdeki yazarlar ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri:
Gökhan Cengizhan (Türkiye Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı)
Sabri Kuşkonmaz (Türkiye PEN Merkezi Genel Sekreteri)
Mustafa Köz (TYS 2. Başkanı)
Halil İbrahim Özcan (PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı)
Zeki Tombak (Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsü Başkanı)
Halise Tekbaş (Çukurova Edebiyatçılar Derneği Başkanı, Evrim Gazetesi)
Murat Altunöz (Türkiye Edebiyatçılar Derneği Antakya Temsilcisi)
Dr. Mehmet Antmen (Adana – SES Şube Başkanı)
Güven Boğa (Adana - Eğitim-Sen Şube Başkanı)
Mehmet Güzel (Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği, ATAK Dergisi)
Tülay Hatimoğulları /Antakya- Toplumsal Özgürlük Platformu)
Bereket Kar (Antakya- SEH)
Vedia Gülüm (Antakya - Eğitim-Sen)
Eylem Mansuroğlu (Antakya)
Mustafa Bağıçiçek (Adana - İHD)
Metin Çelik (Adana – Pir Sultan Abdal Derneği)
İsmail Bulca (Adana - Tabipler Odası)
Remzi Karabulut (Tarsus)
Hilal Aydın (Mersin)
Ali Rıza Kars (Ankara)
Şerife Yıldız (Gaziantep)
Yusuf Kaptan (Adana)
İkbal Kaynar (İstanbul)
Arzu Alır (Ankara)
Özgür Ovacık (Ankara)
Mesut Aşkın (İstanbul)
Süreyya Filiz (Adana)
Ruth Haerkoetter (Almanya)

26 Şubat 2009 Perşembe

ÜYELERİMİZDEN


TUZAK
Yavrum İshak,
Kuşbaz İshak!
- serin sular çocuğu -
çıplak uykular onarsın seni
belli katlanacak yine zaman;
ören yerlerim çünkü şaşmaz...

Yığışsın gözlerin çipil çipil
ağla, sana olmaz artık dualar
örs ve ökse! bil ve inan;
zaman kirlendi aşkımdan.

Ey Şehrazat, ey Kadın
- ruhumun dinlendiği rıhtım -
soyun ve sokul boşluğuma
gözyaşlarınla yık bendimi;
gitsin artık korkular...

Oğlum İshak,
Fetbaz İshak!
haydi kurtul faklardan
yaşamın umarsız bir tuzak;
kaçarsam ölürsün...

Remzi ÖZMEN


EŞKİN AT
Yüreğim hasır döşeli bir oda
eski bir kilim karşı duvarda;
ibrişim işlemeli ve bilmeceli

Hüzün; duvara gerili bir resim
ağıyor bir akşam üstü gövdeme;
gölgem kafama denk şimdi…

Remzi ÖZMEN



Türkiye Edebiyatında Komplo Romancılığı

Salih Zeki Tombak


Roman, şiirden sonra, edebiyatın en uzun ömürlü türü. Bunu başarmasının nedenlerinden birisi, insanı başa koyan, öne çıkaran ana damarının, üslup ve yöntem bakımından çeşitlilik gösterse de, her zaman iyi örneklerle kendisini devam ettirebilmesidir. İnsan, iyilik ve kötülük kapasitesiyle, trajik durumlarıyla, iradesiyle, ruhsal zenginliğiyle, hem roman türünün ana konusu olmuş ve hem de insanı, krala, padişaha, imparatora, feodal otoriteye, kiliseye biat eden, iradesiz bir sıradanlığın mensubu olmaktan, hayatın merkezine taşıyan bu edebi tür; tam da bu nedenle modern tarihle birlikte yükselmiştir. Evet, romanı edebiyatın en ilgi çeken, belki en fazla toplumsallaşan türü haline getiren süreçler; kapitalizmin bir dünya sistemi olmaya hazırlandığı tarihle iç içe gelişir.

Romanın dayanıklılığının ve toplumsallaşma yeteneğini korumasının ikinci bir nedeni ise, her zaman, özerk alt türlerin gelişmesine imkan veren bir tür olmasıdır. Aşk romanlarının, polisiyenin, fantastik kurgunun, bilim kurgunun, casus romanlarının, gerilimin vb. roman tanımı içinde ve fakat onun alt türleri olarak var olabilmesi; hayatın bir yönünün diğer yanlarından daha çok ve belirgin biçimde öne çıktığı türlerin gelişebilmesi, romanın hayatın ve toplumsal dönüşümlerin karşısındaki uyum yeteneğini ortaya koyar. Bu çeşitlilik aynı zamanda, toplumun edebiyatla, roman türü üzerinden ilişki kurmaya olan ihtiyacının gücünü de ortaya koymaktadır.

Elbette alt türlerin, hayatın zenginliğini, bir yanını öne çıkararak daraltmasının yarattığı, edebi bir eser açısından tehlike anlamına gelen kalıcılık problemleri vardır. Bu tehlikeyi, gerilim, bilim kurgu, fantastik kurgu ve diğer alt türlerde büyük başarıyla göğüslemiş mükemmel örneklere sahip olduğumuzu biliyoruz. Okurun edebiyattan ziyade, gerilim, merak, fantezi, aşk veya erotizm gibi beklentilerini yazılı metin üzerinden karşılamaya yönelen; dolayısıyla bu beklentilerin giderek daha çıplak biçimlerini cevaplandıran eserlerin, edebiyattan ödün verdiği ve giderek bayağılaştığı, deyim yerindeyse “porno”laştığı sayısız ve edebi açıdan önemsiz örneğin de var olduğu herkesin malumudur.

Bir alt tür olarak komplo romanının bütün dünyada sayısız örneğinin kaleme alındığını ve yayınlandığını söyleyebiliriz. Bu alt tür, tarihin seyrinin, ulusal düzeyde veya uluslar arası düzeyde siyasetin komplolarla ilerlediği veya komploların bu seyre yön verdiğini anlatır. Elbette kahramanları vardır. Kahramanların, genel olarak roman kahramanından daha çok fantastik niteliklere sahip olduğu ve gerçeklikten uzak kurgulandığı söylenebilir. Komplo edebiyatı kahramanlarının tümü, bir insanın yetenekleri ne olursa olsun hepsine birden sahip olmasının imkansız olduğu yetenek, beceri ve bazen mistik güçlerle, yazarları tarafından donatılırlar.

Bir “sır” olmadan komplo romanı yazılamaz. Kahramanın, bu sırrı çözerek; komplo romanının olmazsa olmazlarından biri olan “düşmana”, “kötü güçlere” karşı savaşması gerekir. Düşman ise ya başka bir devlet, bir gizli tarikat, masonik bir organizasyon veya uluslar arası mafya veya çok uluslu şirketler olabilir. Böylece sırlar çoğalır ve bir başka alt türle, fantastik kurguyla akrabalıklar kurulur. Elbette komplo romanı, gerilim, casusluk, cinayet gibi türlerle örtüşme alanları olan bir türdür, aynı zamanda.

“Kahramanımız” büyük güçlerle savaşmakta ve bir büyük komployu boşa çıkartarak tarihin akışını yönlendirmeye çalışmakta olduğuna göre; yazar ona hangi büyük yetenek ve güçleri izafe ederse etsin, mutlaka dost güçlere de ihtiyaç duyacaktır. Bu güç, bazen “mavi kuvvetler”, yani “demokrasi dünyası”, çoğu zaman kahramanın yurttaşı olduğu devlet ve daha çok o devletin gizli faaliyetleri de olan ordu, istihbarat veya emniyet örgütleridir. Bazen bu örgütlerin “derininde” yaşayan, Gladio türü uluslar arası sisteme özgü veya “ulusal” organizasyonlar olur. Bir dost kuvvet olarak “medya”nın rolü ise ihmal edilemez.

Peki savaş neyin etrafında dönmektedir? Her ülkenin ekonomik çıkarları, komşularıyla tarihten gelen veya aktüel ihtilafları vardır. Komplo romanı, daha çok, gündeme yeni gelen zenginlikler veya ihtiyaçlar üzerinden eserini kaleme alır. Bu, Türkiye’de neredeyse her şeyin çözümü gibi efsaneleştirilen “Bor Madeni” gibi, kimsenin hakkında yaratılan efsanenin ne kadarının doğru, ne kadarının uydurma olduğunu, ideolojiyle aşırı yüklenmiş bilim insanları yüzünden öğrenemediği bir yer altı zenginliği olabilir. Veya “küresel ısınma” nedeniyle ortaya çıkması muhtemel “su savaşları” olabilir. Veya bir enerjiye ihtiyaç duymaksızın çalışan, “icat” olabilir.

Türkiye’nin tarihinden gelen bir birikim var. Yüzyıllar boyunca “Doğu’nun en batısında”, “Hristiyan dünyasına karşı” fetih yapan veya bunu yapamaz hale geldiği yüzyıllar boyunca da, “Doğu’nun önünde, sömürgeci Batı’ya karşı bir direniş kalkanı” görevi yapan; kısacası Doğu’nun en batısında, Doğu’nun kılıcı rolüyle yer alarak büyük devlet kimliği kazanan Osmanlı, 18. yüzyıl sonlarından itibaren adım adım toprak kaybederek, sürekli savaşlar içinde yıpranarak yaşadı. Ve sonunda sükut etti.

Bu uzun geri çekilme, ağır kayıplar ve sükutun sonrasında, Kemalist Cumhuriyet, Türkiye’yi Doğu’nun en batısından alıp, batı’nın en doğusuna yerleştirdi. Cumhuriyet öncesi “batılılaşma” çabaları, batıdan öğrenerek batıya karşı güçlenmeyi ve bir gün gelip muzaffer olmayı hayal ediyordu. Cumhuriyet batı’ya karşı muzaffer olma hayalini terk etti ve kapitalist/emperyalist dünyanın bir parçası olmayı amaçladı.

İki yüzyılı aşan küçülme, parçalanma, yenilme ve çözülme sürecinin, Türkiye toplumunun bilinçaltında ağır bir tortu yarattığını tahmin etmek güç değildir. Hem varlığını koruyabilmek için, batının bir parçası olma arzusu ve hem de batıya karşı hasmane duygular biriktirmeye hazır, çelişkili ve çatışmalı bir ruh hali, Cumhuriyet tarihi boyunca, çok sık su yüzüne çıktı. “İngiliz’e karşı, Alman”ın askeri başarılarını sevinçle karşılayan; bu arada Hitler’in mehdi olduğunu ve asıl adının “Haydar” olduğunu savunan “komplo teorileri” bile üretildi. Şu sıralarda da, İngiltere Veliahtı Charles’ın “gizli Müslüman” olduğuna dair fısıltılar yayılmaktadır.

İfade etmek gerekir ki, komplo romanı hemen her zaman tarihe başvurmakta; ancak tarihe ilişkin gerçek bilgilerden yararlanmak yerine, tarihi bir fon ve yağmalanacak bir malzeme yığını; tevatür uydurulacak bir zemin olarak ele alır.

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren ve özellikle Soğuk Savaş boyunca Türkiye eski Osmanlı coğrafyasına karşı derin bir ilgisizlik yaşadı. Sanki İngiliz emperyalizmi ile, “Eski Osmanlı coğrafyasında olup bitenle ilgilenilmeyecek” diye, yazılı olmayan bir anlaşma yapılmıştı. İlgilenmek zorunda kalınan her çatışmada ise, bölge halklarından değil, bölge halklarıyla çatışan batılılardan yana tutum alındı. Süveyş’in işgalinde böyle oldu, Cezayir halkının Fransız sömürgeciliğine karşı verdiği bağımsızlık savaşı esnasında da böyle oldu. Filistin topraklarında emperyalizmin himayesinde Siyonist bir proje olarak İsrail kurulduğunda ve izleyen süreçte, Türkiye İsrail’in varlığına karşı çıkmadı. Nihayet SSCB’nin sükutu ve soğuk savaşın sona ermesinden sonra Türkiye gene Atlantik ittifakının bir parçası konumunu korumakla birlikte, stratejik bir derinlik yaratmaya girişti. İslam dünyasıyla ilişkilerini yeniden kurdu ve geliştirdi, komşularıyla arasındaki ihtilafları çözmeye girişti ve bir yandan da, başta komşuları olmak üzere, bölge halklarına ve devletlerine karşı ciddiye alınır bir “empati” geliştirdi. Bu Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifakın asli unsurlarına, ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı inisiyatif geliştirmesine, bazı konularda daha farklı davranabilmesine imkan verdi. Ancak bu özerkleşme, serbesti, en yakın müttefikleriyle ilişkilerde çok ağır krizler yaşanmasına yol açtı.

İşte tam da bu dönemde, ağır bir iktisadi kriz; yıkıcı etkisi çok büyük olan bir deprem felaketi; ünlü, ABD’nin Irak’ı işgalinde kuzeyden cephe açabilmek için Türkiye topraklarını kullanma talebine ilişkin “3 Mart tezkere krizi” sonrası yaşananlar ve özellikle Süleymaniye’de Türk özel birliklerinin başına çuval geçirilmesi vakası, komplo romanı patlamasına yol açtı: Tarihin tortusu, evet bir iç tutarlılığa ve siyasal derinliğe sahip olmaksızın, tamamen bir tortu olarak su yüzüne çıkmıştı.

Birbirine benzer onlarca komplo romanı, kitapçı vitrinlerini, otogarlardaki ve tren istasyonlarındaki ve sokaklardaki kitap sergilerini, havaalanlarındaki gazete bayilerinin kitaba ayrılmış reyonlarını ve tabii kitapçıların çoğunun vitrinlerini işgal etti.

Bu kitapların tamamına yakınının edebi bir değeri yok. Bazılarının Türkçe dilinin temel gramer bilgilerine sahip olmayan yazarlar tarafından kaleme alındığı açık. Ama bu romanların başka ortaklıkları da var:

Basiretsiz, gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde bulunan sivil siyasetçiler ve elbette sivil siyasetin kendisi bu eserlerde temel bir çıkış noktası oluşturuyor.

TSK’dan (Türk Silahlı Kuvvetleri) çok ender, emniyet ve MİT’ten (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve benzeri istihbarat örgütlerinden, “kötü kişiler” çıkabilir, gaflet, delalet ve hıyanet içinde olan bireylere rastlanılabilir, ama bu kişiler istisnadır, münferittir. Kurumlar ise düzgündür, sağlamdır. Aslında Türkiye toplumu da çok düzgün ve temizdir. Medyanın kendisi de bazı bireysel hainlikler ve gaflet örnekleri olsa da, toplumun ve devletin temel kurumları gibi, düzgündür, temizdir.

Düşmanlar ise, iki kategoride yer alır: Altı tamamen boş, ideolojik bakımdan son derece eklektik ve tutarsız bir anti-emperyalizm ajitasyonuyla birlikte asli düşman ABD’dir. Ancak en ünlü ve en çok satan komplo romanı “Metal Fırtına”nın sonunda görüldüğü gibi, kötü olan ABD veya ABD emperyalizmi değil; bu devletin başına geçen yanlış insanlardır. Bu romanda ABD Türkiye’ye yüksek teknoloji ürünü silahlarla saldırmış, ülkeyi işgal ve tahrip etmiş fakat ilk şok dalgası ve işgali izleyen direniş karşısında tutunamamış, bu arada ABD’de yönetim değişmiş ve bu tahribatı yeni ABD yönetimi telafi etmeye girişmiştir.

İkinci kategoride yer alan düşmanlar ise, mutlaka asli büyük düşmanla ilişkili olan Yahudiler, Sabatayistler, Misyonerler, Ermeniler ve özellikle Ermeni diasporası, tarih boyunca Türkiye’ye tuzak kurmaya doymamış Yunanistan ve “emperyalizmin bir maşası olan” Kürt siyasi hareketidir, Kürtlerdir. “Türkleri her zaman arkadan vuran Araplar” yalanı da, komplo edebiyatında, zaman zaman kullanılan bir standart malzemedir.

Kahramanlar, “düşman komplolarını” boşa çıkarmak için savaşırken, elbette “kötüleri” öldürmekte, bombalar patlatmakta, işkence ile adam konuşturmakta… kısacası sınırsız suç işlemektedir. Bu suçların kovuşturulmaması, kolluk güçleri tarafından yakalanıp yargı önüne çıkarılmamaları, yakalanmışlarsa yargıya gitmemeleri; gitmişlerse oradan serbest kalmaları ise; emniyet, jandarma, MİT, yargı, ordu gibi kurumların esasen “kahramanla” aynı zihniyette olmasındandır. Dolayısıyla kahramanın kahramanlıkları arttıkça, onun suçlarına göz yuman, yardımcı olan kurumlar da, yazar tarafından mistifike edilmekte; adam kaçırma, işkence ve cinayet gibi suçlar meşrulaştırılmakta ve bu suçları işleyen kahramana karşı sempati yaratılmaktadır.

Esasen, Cumhuriyet tarihi boyunca her zaman ve yoğun olarak Soğuk Savaş döneminde sosyalistlere karşı; 1980’lerden itibaren Kürt siyasi hareketinin mensuplarına ve yakınlarına karşı, büyük sıklıkla işlendiği ve korunduğu bilinen bu tür suçların roman kahramanlarına işletilmesinde bir yaratıcılık yoktur. Ancak komplo edebiyatı, bu suçların toplum tarafından sempatiyle karşılanmasına yardımcı olmaktadır.

Diğer taraftan komplo romanlarının yapmakta olduğu bu işi, “Kurtlar Vadisi”, “Şubat Soğuğu”, “Saklı Oda” gibi televizyon dizileri de yapmakta; bu romanların gerçek edebiyat eserlerinden çok daha fazla satması gibi; bu çeşit tv dizileri de raiting rekorları kırmaktadır.

Sonuç olarak bu edebiyatın, en dolayımsız, en çıplak biçimde içerdiği milliyetçi/ulusalcı ideoloji ile; devletle, ulusal ve uluslar arası siyasal sistemle bağlı suç örgütlerinin varlıklarını ve faaliyetlerini topluma benimsetme misyonunu yerine getirdiği açıktır. Böylece devletin bekası adına işlenen suçlar, komplo romanlarıyla; bunların tv dizisi versiyonlarıyla ve medyanın katkısıyla meşrulaştırılmakta; devletle toplum, bu zeminde iç içe geçmektedir. Komplo romanlarının ilkel, milliyetçi, ırkçı, düzeysiz, cahilane ve pek çok örnekte görüleceği üzere gülünç nitelikleri ise bu zemini tanımlayan diğer unsurları oluşturmaktadır.



KÜRESELLEŞEN DÜNYANIN TÜRK EDEBİYATINA YANSIMASI


Tülay Akkoyun

Destan ve şiir kökenli bir toplum olarak, küreselleşen dünyanın rüzgarına kapılıp gitmekte olduğumuz gözlenmektedir. Köklü kültürü olan toplumların dışarıdan benimsetilmeye çalışılan farklı kültürlere direnişleri sanatla olacaktır. Sanat ve sanatçı onaylamadığı durumlara, yozlaşmaya karşı duruşta, muhalefette olmalıdır.

Yansıtılan her yeniliği modernleşme adına alıp kabullenmenin, o kültürü zenginleştirmenin tersine kısırlaştırdığı, yozlaştırdığı, hatta yok etmeye çalıştığı bilinen bir gerçektir. Ülkemiz, içinde barındırdığı birçok kültürle zaten bir kültür mozaiği oluşturmaktadır. Tanzimat dönemiyle birlikte, batı örnek alınarak yazınsal yenilikler Türk Edebiyatına girmiştir. Tanzimat’la başlayan, edebiyatta batıya yönelme günümüzde en uç noktaya ulaşmıştır. Küreselleşme zincirleri altında ise, koloni durumundan çıkmış birçok ülke batı etkisi altına girmeye başlamıştır. Koloni sonrası edebiyatlar, kimlik karmaşası yaşayarak, sömüren ülkenin diliyle yapıtlar üretmeye başlamıştır. Oysa bir ülkenin kendi kültürünü tüm incelikleriyle başka bir ülkenin diliyle aktarması mümkün değildir.

Özgür bir ülke olarak edebiyatımızdaki en büyük gücümüz kendi dilimizde yazabilmek iken, ne yazık ki başka ülkelerin diliyle, başka kültürleri anlatan yapıtlar üretmeye başladık. Edebiyatımız giderek batı etkisi altında, toplumsal gerçeklikten uzaklaşarak yüzeyselleşmektedir. Edebiyatımızı felsefeden soyutladıkça içi boş yapıtlar ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda içeriğinde hiçbir iletisi olmayan, yozlaşmış bir kültürü yansıtan birçok kitap yayımlanmaktadır. Popüler kültüre hizmet eden bu ürünler çok satanlar listelerinde de ilk sıralarda yer almaktadırlar.

Sağlam bir kurgu ve içerikten yoksun, sabun köpüğü hafifliğinde yapıtlarla kültürümüzü geleceğe aktarmanın, kalburla su taşımak denli anlamsız ve boş bir çaba olduğunun farkında olan aydın yazarlarımız buna karşı savaşım vermektedirler. Felsefi ve kültürel donanımı olmayan bazı yazarlar kendilerinden önceki edebî yapıtları okuma gereği bile duymadan yazmaya soyunmaktalar.

Serbest ekonomi, açık pazarın getirdiği serbest rekabet piyasası edebi yapıtı gittikçe metalaştırmakta, salt çok satma kaygısıyla yazılmış, edebi yapıt olmayan ürünler ortaya çıkmaktadır.

Küreselleşmenin, postmodernizmin öne çıkardığı mistisizme yönelik, felsefeden uzak, dolayısıyla derinlikten yoksun, içi boş çarpık, bayağı ilişkilerin anlatıldığı yoz bir edebiyat oluşturulmaya gidilmektedir. Mistisizme yönelik bir çok kitap dünya çok satanlar listelerinde yer almaktadır. “Ferrarisini Satan Bilge”, “Simyacı”, son günlerde herkesin diline doladığı “Secret” gibi kitaplar, insanları mistik şeylere yönlendirip, felsefi düşünmeyi engellemeye çalışarak, düşünen, sorgulayan insanlar yerine, insan beynini pasif duruma getirerek küreselleşmenin gerekliliklerine hizmet etmektedir. Mistisizme yönelik bu yapıtların belli bir dine hizmet etmekten uzak, din kisvesi altında fal, büyü gibi batıl inançlara yönelik oldukları da gözlemlenmektedir.

Klasik yapıtların yazarları, en az bir hatta birkaç bilim dalında eğitim ve donanımları olan sanatçılardı. Günümüzde TV ve internetten edinilen bilgilerle her şeyden biraz bilen insanlardan oluşmaktadır toplumlar. Zira inceleyen, araştıran, sorgulayan bireyler toplum adına tehlike gibi görülmektedir. Edebiyat da bu durumdan etkilenmektedir.

Oysa, edebiyatı tarihten, toplumbilimden, felsefeden, psikolojiden ve sanatın diğer dallarından soyutlamak mümkün değildir. Birçok bilim dalıyla iç içe olan edebiyatı bunlardan soyutlamak, kısır döngüye, tükenişe giden yolda hızla yol almak olacaktır. Günümüzde şiirde, romanda, öyküde gözlemlenen patlama üretim açısından memnun edici gibi görünse de niceliğin değil niteliğin ön planda olması gerektiği gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır. Çok satan kitaplar içerisinde sanatın metalaştığının göstergesi olan başka bir tür daha bulunmaktadır. “100 Soruda Çok Kazanmanın Yolları”, “100 Soruda Başarıya Ulaşmanın Yolları”, “100 Soruda Kız Tavlama Yöntemleri” gibi ürünler, serbest ekonominin, küreselleşmenin getirdiği, insanların istediklerine kısa yoldan ulaşabilmeleri, köşe dönmecilik gibi, emekten yoksun, kolaycılığı öğretmeye yöneliktir. Düşünen, irdeleyen, aydın insanlar olarak yıllardır bize emeğin önemi düstur olarak verilmiştir. Oysa günümüzde insanlar emek harcamadan yapılmış bir işin kalıcı olamayacağını, sabun köpüğü gibi uçup gitmek zorunda olduğunun ayrımına varamaz duruma gelmişlerdir.

Konu başlığında, küreselleşen dünyaya karşı duruşun yolu olarak gösterdiğimiz sanat, yüzyıllardır hep bir şeylere karşı duruş misyonu üstlenmiştir.

21. yüzyılda, hız çağındayız, teknolojinin egemenliği altında okumayı, tiyatroya, sinemaya gitmeyi gereksiz gören toplumlarda sanatın söz konusu işlevini görebilmesi, kendini sanata adamış, sorumluluk bilinci taşıyan, aydın sanatçılarla mümkün görünmektedir.

Postmodernizm ile aşure arasında ilginç bir benzerlikten söz etmek istiyorum. Aşure, Nuh Tufanı’ndan sonra birçok malzemenin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir tatlıdır, ama yokluk zamanında oluşturulmuş bir yemektir. Yaşamsal ve felsefi anlamda postmodernizm için böyle bir yokluk, yoksunluktan söz edilmesi yersiz olur. Üstelik ileri teknolojiyle birlikte yaşadığımız hız çağında böyle bir durum olası değildir. Postmodernizm bir durum, bir süreçtir. Postmodern durumda da aşure örneğinde olduğu gibi her şeyden bir parça yer aldığı gözlemlenmektedir. Televizyon, bilgisayar, internet gibi iletişim araçları ve iletişim ağı ile insanlar her şeyden bir parça bilmektedirler. Her şeyden bir parça bilen insan yüzeyseldir. Toplumun, sanatın ilerlemesi, kültürümüzün gelecek kuşaklara aktarılması ise yüzeysellikle başarılamaz.

1980 askeri darbesi sonrası sosyo-politik değişimler edebiyatta biçim arayışlarını daha da uç noktalara taşımıştır. Baskıların yoğun olduğu bu dönemde toplumsal gerçekçilikle yazmanın zorlukları, yazarları bireyci ve biçimci değişimlere yöneltmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren, sermayenin küreselleşme süreciyle birlikte bu yöneliş uç noktalara ulaştıkça içi boş yapıtlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Toplumu, yazarın içinde yaşadığı dönemi yansıtmayan yapıtlarla kültürümüzü geleceğe aktarmanın olanaksızlığı göz ardı edilmemelidir. İçerikten çok biçime önem veren, mistisizmi ve tarihi konu alarak yazmak, toplumcu gerçekçilikten uzaklaşmak ya da kaçış değil midir?

“Yeni Roman”cılar ve postmodernistler, geleneksel roman yapısını bozmaya çalışarak, anlam ve içerikten çok biçimsel arayışlara yönelmişlerdir. Bu tür romanların batıdaki yankıları giderek azalmaktadır. Bizim edebiyatımıza yansıması çok geç olduğundan bizdeki yankıları halâ sürmektedir.

Postmodernizmi felsefi açıdan olumlamamız mümkün değildir, ama yazınsal anlamda getirdiği teknikleri yok saymamız da olanaklı değildir. İç konuşmalar, geri dönüşler, gibi teknikler yıllardır birçok yapıt içerisinde kullanılarak Türk Edebiyatında yazınsal zenginlik olarak çoktan yerini almış bulunmaktadır. Teknolojinin getirdiklerinden amaca yönelik kullanarak yararlanmak gibi modernizm ve postmodernizmle gelen yazınsal teknikleri de yazınsal zenginliği sağlamak üzere kullanmak, toplumu, bireyi, okuru da bilinçlendirmeyle olanaklıdır.



AUSCHWİTZ TRENLERİ


Sabahattin YALKIN


Polonya sınırında sımsıkı tuttuğu eli
elinden zorla koparıldığında
vakit ağıtlı bir anaydı …


Beş miydi altı mıydı yaşı
belki bir kuş yaşı
gözlerinde bin yıllık korku
bir avuçluk çocuk yüzü
yüzünden uçmuştu …


3. Döngü’ nün milyonlarca sabahından biri
kayıtlarda hüzünlü süt rengi
kanlığı tükenmiş kanının
suçlu en sevdalı kırmızısı
sus-pus Vatikan’ın sağır çanları
akortsuz kalmış gettoların ince kemanları
ölüm soluklu İsrafil’ in som suru


4. Auschwitz trenleri ıslıklı duman
Zifir acısı bulaşmış Meryem-Ana aklığına
gök bir başka göğe gizlenmiş utancından
şimdi insan fırınları birer resim olsa da
gaz odaları birer resim
canavar ağızlı çukurlarda diri diri
ağıdı yankılanır ulu Yehova’ nın …



5. Zaman içinde uzun bir çığlık zaman
ne Auschwitz’ in yakılmış cesetleri
ne de Kudüs’ ün fosforlu misketleri
yetmezzzzz
insanı tüketmeye …


6. Ya-leyl’ li daraç sokaklarda şimdi
yalnız kalmıştır tanrısını arayan çocuklar
tanıktır kapanmayan ölü gözleri
yalnız kalmıştır tanrısını arayan kadınlar
tanıktır karınlarına düşen sevdalı damla
yalnız kalmıştır tanrısını arayan adamlar
tanıktır damarlarında akan beyaz rüya …


7. Turu Sina artığı eski bir yıldız
ışıklarını kaçırır Kudüs akşamlarından
makamı yitik bir ilahi Ağlama Duvarı
ey gök … kimin içindir bu yakarı
şimdi nerde Musa’nın asası
nerde Fıravun’u gargeden sular
ölen ölse de yeniden başlar sevdalar …

10.Ocak.2009 / Feneryolu




NÂZIM’A BURSA’DA YER AÇIN!


Bugün 15 Ocak. Dünyaca ünlü şairimiz Nâzım Hikmet’in 107.doğum günü. Zaman siyaset üzerine çeşitli oyunlar oynayarak bir çok siyasetçiyi tarih sahnesinden silerken, sanatı ve sanatçıyı yaşattı. Bunun en muhteşem örneklerinden biridir Nâzım Hikmet. Günümüz hükümetlerinden beklenen, ne ölülerin diriltilip tekrar gömüleceği bir cenaze töreni, ne de devletin, öldüğümüzde zaten geri aldığı, ama varlığı yadsınamayacak bir gerçeklik olan nüfus cüzdanlarının yeniden yazmaya çalışmasıdır. Meşru olan Nâzım Hikmet’in dünya şairliğidir, Türkiye şairliğidir.
Nâzım Hikmet, 1 Haziran 1933 - 5 Ağustos 1934 ve 5 Aralık 1940 - 8 Nisan 1950 tarihleri arasında yaklaşık on bir yılını (haksız yere) Bursa hapishanesinde geçirmek zorunda bırakılmış ve en güzel şiirlerini Bursa’da yazmıştır. Ancak bu büyük kentte bugün Nâzım Hikmet’i anımsatacak, adı konmuş hiçbir mekân; kültür, sanat merkezi, müze, cadde vb bulunmamaktadır.
Çağdaş uygarlığı ve demokrasi kültürünü yaşayan ülkeler herhangi bir şairinin, sanatçısının birkaç gün kaldığı oteli, zaman geçirdiği mekânı müzeye, anma yerine ya da kültür-sanat merkezine dönüştürerek geçmişine, kültürüne, aydınına, sanatçısına sahip çıkmakta ve böylece uygar dünya içinde saygınlığını arttırmaktadırlar. Ülkemizde ve Bursa’mızdaysa, bütün dünyada şiirleri okunan Nâzım Hikmet görmezden gelinerek unutturulmak, belleklerden silinmek istenmektedir.
Bursa Yazın ve Sanat Derneği (BUYAZ) olarak diyoruz ki Bursa, Nâzım’a sahip çıkarak dünya şiirinin ziyaretgâhı olabilir. Böyle bir sonuçtan, Bursa kadar ülkemiz de onur ve gurur duyar.

BURSA CEZAEVİ’NİN KALIN DUVARLARI ONUN ŞİİRLERİNİN DUYULMASINI ENGELLEYEMEDİ

Nâzım Hikmet, Türkiye halkının, dünya halklarının özlemlerini dile getiren ve dünyada, Türkiye dendiğinde akla ilk gelen, adı Türkiye adıyla özdeşleşmiş insanlarımızdan biridir. Onun ulusal ve evrensel anlamda insan manzaralarını çizdiği Bursa’da yaşayan biz aydınlara, sendikacılara, sivil toplum örgütlerine, akademik odalara; geç kalmış bir çabayı tamamlama görevi düşmektedir.
Bundan hareketle ve öncelikle Bursa’da; Nâzım’a ait eşyaların, onun Bursa’da yaptığı resim v.b. emek ürünlerinin, yazdığı kitapların ve Nâzım üzerine yazılmış yerli-yabancı yayınların sergilenebileceği bir Nâzım Hikmet Müzesi’nin oluşturulmasını ya da Nâzım Hikmet Kültür-Sanat Merkezi’nin açılmasını, Bursa Büyükşehir ve Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer belediyelerinden, sınırlarında bulunan merkezi caddelerinden ve parklarından birine Nâzım Hikmet adının verilmesini; Nâzım Hikmet’in yattığı hapishanenin yerinde yapılmış olan Bursa Adliyesinde ve Bursa Kent Müzesi’nde Nâzım Hikmet için birer müze-oda ayrılmasını, Bursa’nın merkezi yerlerine Nâzım Hikmet heykellerinin dikilmesini talep ediyoruz.
Nâzım Hikmet’in şiirlerinin duyulmasını, hatta bütün dünya dillerine çevrilmesini o ünlü cezaevinin kalın ve yosunlu duvarlarının bile engelleyemediği Bursa’da, “Nâzım’a Bursa’da Yer Açın” sloganıyla başlattığımız kampanyaya şu ana kadar destek veren kurumlar şunlardır:

Edebiyatçılar Derneği Bursa Temsilciliği, TYS Bursa Temsilciliği, Bursa Tabip Odası, Bursa Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası, Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi, Nilüfer Yerel Gündem 21, Mustafa Bozbey, Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şubesi, KESK Bursa Şubeler Platformu, Eğitim Sen, SES, BES, Haber Sen, ESM, Tüm Bel Sen, Tarım Orkam Sen, Yapı Yol Sen, DİSK Bursa Bölge Temsilciliği, DİSK Emekli Sen, Doğader, 68’liler Birliği Vakfı Bursa Temsilciliği, Petrol İş Bursa Şubesi, Tümtis Bursa Şubesi, Elektronik Mühendisleri Odası Bursa Şubesi,

Bursa Yazın Sanat Derneği (BUYAZ)Yönetim Kurulu

Şaban AKBABA (Başkan)
Nursel ARAS (Başkan Yardımcısı)
Güney ÖZKILINÇ (Sekreter)
Ceyhun ERİM (Sayman)
Ramis DARA (Üye)



TRT ŞEŞ


Bülent Tekin

TRT 6’nın (TRT Şeş) yayına başlamasını ben çok önemsiyorum. Bu yayın 85 yıldır-daha öncesinde de vardır ya!-Türk devleti tarafından benimsenen asimilasyon politikasının ikrarıdır. 85 yıldır Kürt yerine kullanılan kart kurt tanımının iflasıdır. Bir Kürt halkı vardır ve dilinde bugün yayın yapılmaktadır. Meclis tutanaklarına Kürtçe yapılan konuşmalar bilinmeyen bir dille yapılan konuşma şeklinde not düşse de tarihe Kürt halkının dilinin (Kürtçenin) kabulünü not düşmektedir. Bu tv Türk devletinin resmi ideolojisinin Kürt sorunu karşısında direnemediğinin ayrı bir kanıtıdır da. İnsan hakkının ideolojiler, sınırlar ve devletler vasıtasıyla da olsa yok edilemeyeceğinin iletilerini bu tv veriyor. Bu yönüyle ben bu tv yayınını çok olumlu buldum. Yazılan çizilenlerin aksine Kürt halkı da bu tv’yi çok sevdi. En azından kendi diliyle haberleri izleyecek, şarkılarını dinleyecektir; Kürt topraklarının belgesellerini izleyecektir. Ancak TRT Şeş hiçbir zaman yozlaştırılmamalı ve Kürt kültürü için bir başlayışa temel olmalıdır. Bunun arkası gelmelidir. Anadilde eğitim, yayın yapma özgürlüğü, Kürt kültürünün ifadesi her alanda oluşturulmalıdır. Eğer Kürt-Türk halklarının kardeşliğinden bahsedeceksek ve bu böyleyse eğer, tüm bunlar yaşama geçirilmelidir. Belki de bir gün TRT Şeş’te Memê Alan, Mem û Zîn, Gılgamış destanı birer dizi olarak seyredilebilecektir. Bu bir güzel hayal de olsa düşünüldüğünde haz veren duygular yaratıyor.

İşte size Fırat, Dicle! Alın size Diyarbakır’ı, Mardin’i! Ağrı dağı işte burası! Mezopotamya ovası nah şuralarda! Van gölünün yeşil mavi yansıması içinde kaynayan köpüklerin beyazlığı Akdamar (Aktamar) adasına giden yolu apak ediyor! Ben buralardan, topraklarımızdan bahsediyorum, bir ayrı gezegendeymişiz gibi gelmesin size! TRT Şeş’te gösterilecek bir filmde nasıl trükler yaratılabilir? Mem û Zîn, Kerem ile Aslı gibi aşk hikâyesinin Kürtçe anlayışıyla oluşturulacak trükleri ne büyük katkılar sağlayabilir dünya kültür ve edebiyatına!

Totalitarizm ve faşist zihniyet dillere, dinlere, ırklara düşmanca bakar. Bu zihniyetin insanlara kazandırdığı ölümden başka bir kazanım yoktur, olmamıştır. Büyük bir çaresizliktir faşizm. Ötekiyi, mazlumluğu, kısılan sesleri, zavallıları ortaya çıkarmak nasıl büyük bir kutsiyettir! İnsanlıktan, insan olmaktan söz ediyoruz.

Mehmet Uzun’un “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” adlı romanı-eğer Irak’ta yapılmayacaksa-Türkiye’de bir tv dizisi şeklinde TRT Şeş için yapılmalıdır. Romanda kod isimler kullanıldığından-bana göre-General Serdar (Saddam Hüseyin) ve Kürtlerin yok sayılma savaşı, yaşanan trajedi iyi bir barış için film yapılmalıdır. Böylesi bir film ülkemizde yok sayılan, yasak bir dilin bir yazarının anadilinde yazdığı bir modern romana verilmiş kırmızı karanfil olabilir, o yazar ölse bile!

TRT Şeş’te dilin yaşayan ruhunu, dününü, bugününü, yarınını göreceğiz. Dengbêj’lerin (şarkı söyleyiciler) yanık sesinden felaketleri, sevdaları, kahramanlıkları, büyük aşk masallarını dinleyeceğiz. Kürtlerin çîrok’ları (masal), sitran’ları/ kilam’ları (şarkı), destanları, aşkları, felaketleri ses, söz ve yazın üstatları tarafından TRT Şeş’te ifade bulacaktır. Çok değil, daha dün, Kürtçeye Türkçenin bir lehçesi yakıştırmasını yapan ırkçılara TRT Şeş’i izlemelerini salık veririm. Asimile edilemeyen bu zengin dilin roman, öykü, tiyatro, şiir ürünlerine baksınlar! Bu dilde, 300-500 uyduruk kelimeyle bir roman dahi yazılamayacağını söyleyenler belki de bu dilin abecesini-kim bilir?-TRT Şeş’ten öğrenebilirler. Dinler, diller, ırklar ideolojik kalıpların ötesinde insani ölçülere göre ifade edilmelidirler.